Sizde mutlaka; ‘bu ne biçim başlık lan’ diyeceksiniz haklı olarak.
İnsan bir sürü yaşadığı ortamdan uzak kalırsa, döndüğünde karşılaştığı değişiklikler o kişiyi istar-istemez etkiliyor. Hele gittiğiniz yer, kapısında el-pençe divan beklediğiniz; ‘Ne olur bizide aranıza alın’ diye yalvardığınız yer, döndüğünüz yerde Türkiye-Didim olursa bu soruyu en fazla bir gün sonra mutlaka sorarsınız; ‘Sen ne diyon lan!..
Bilmem Sebahattin Ali’nin yazılarını okudunuz mu?..
Hani şu 1907’de Gümülcine’de doğan, Türk insanının ‘Zavallılığını’ fakat aynı zamanda‘Gücünü’ masal ve destan tarzı yazıları ile anlatan, değişik okullarda öğretmenlik yapan, 1928 de Milli eğitim bakanlığı tarafından Almanca öğrensin, öğrencilerine kaliteli Almanca ders versin düşüncesi ile özel olarak Almanya’ya gönderilen, iki sene sonra yurduna dönerek talebelerine Almanca öğretmenliği yapan, sonunda1948 yılında yazdığı bir yazıdan dolayı üç ay hapis yatan, çıktıktan sonra da sürekli takip edilerek yine aynı yıl(1948) Kırklareli’nde öldürülen (öldürtülen) Sebahattin Ali...
Sebahattin Ali’nin; yazımın başlığına, aynı zamanda içinde yaşadığımız döneme de uygun olduğunu düşündüğüm bir yazısını bugün köşeme almak istedim...
NE ZOR ŞEYMİŞ...
"...Namuslu olmak ne zor şeymiş meğer! Bir gün Almanların pabucunu yalayan, ertesi gün İngilizlere takla atan, daha ertesi günde Amerika’ya kavuk sallayan soysuzlar gibi olmak istemedik. Yalnız ve yalnız bir tek milletin önünde secdeye vardık: Kendi cefakeş milletimiz...
Meğer ne büyük günah işlemişiz!..Kanunlu, kanunsuz baskılar altında ezile-ezile pestile döndük.
Bugünün itibarlı(!) kişileri gibi, kese doldurmadık, makam peşinde koşmadık. İç ve dış bankalara para yatırmadık. Han, apartman sahibi olmak, sağdan soldan vurmak ve milleti kasıp kavurmak emellerine kapılmadık. Bütün kavgamızda kendimiz için hiç bir şey istemedik.
Yalnız ve yalnız, bu yurdun bütün yükünü omuzlarında taşıyan milyonlarca insanın derdine derman olacak yolları araştırmak istedik.
Bu ne affedilmez suçmuş meğer!
Neredeyse, yoldan geçerken ’MİDE UŞAKLARI’ arkamızdan bağıracaklar; ’’Görüyor musun şu haini!.. İlle de namuslu kalmak istiyor ve ahengimizi bozuyor...’’
Çalmadan, çırpmadan bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi?
Namuslu olmak ‘ne zor şeymiş’ meğer! Bereket, zora katlanmasını bilen, BU MİLLET DE NAMUSLU...’’
Namussuz olup tok olmaktansa, ‘Namuslu’ kalıp aç olmak daha iyidir diyenlere,
Saygılarımla...
(Oluum sana diyom, geliniim sen anla gaari(emi)...
Yaşar Çelebi, Didim2014