O'nu 41 yaşında, yaşamının baharında vahşice katlettiler (1907-1948) O, bir gazeteci, bir yazar ve bir şair idi.
Yazıları aradan geçen üç/çeyrek asıra rağmen hala güncel, hala taptaze...
Kendisi için; “Ben bu dünyaya kitap okumak, aklına estiğinde yazı yazmak, akıllı arkadaşlarla lakırdı yapmak için gelmişim...” diyordu.
Arkadaşları ise; “Ali, olaylara espri ile yanaşan, alınganlıktan uzak, iyi bir eş ve şefkatli bir babaydı...” diyorlardı.
Sebahattin Ali bir yazısında;
“Yalancının en büyük azabı, sözlerine kimsenin inanmaması değil, kendisinin kimseye inanmaması imiş… diyor ve devam ediyor;
Ne kadar doğru. Kendi menfaatlerinden başka bir şey düşünmeyen, dünyada, bütün varlıklarını, kendi hasis emellerini doyurabilmek uğruna harcayan zavallılar, bu dünyada, sadece rahat gönülle yaşayabilmek için de olsa – bazı insanların rahatlarından, saadetlerinden, hatta selametlerinden fedakârlık etmeyenlerin başka insanların hayrına çalışabileceğine akıl erdiremiyorlar.
Ruhlarını ve yediklerini, hoş bir hayat, birkaç lokma nefis yemek, üç beş bardak içki ve bir miktar cep harçlığı mukabilinde(karşılığında), insanlığın ve bu meyanda kendilerinin içeride ve dışarıdaki düşmanlarına satmış veya kiralamış bulunan biçareler... bütün bu nimet saydıkları şeylerin, bir fikir uğruna insanlığın hayrına serpilebileceğine, insanın kendini hakikatlere gönül vermesinin yalanlara satmasından daha mesut edebileceğine inanamıyorlar
Ama biz, akrep gibi kendi kendilerini zehirleyen bu adamlara kızmıyor, aksine, onları bu hale getiren sakatlıkları ortadan kaldırmak için savaşıyoruz.
Çünkü hayattaki bütün doğru ve güzel varlıklara inanmayan gözlerle bakan bu insanların ruhlarındaki hazin boşluk, bu günkü insanlığın ibret verici bir aynasıdır. İnsanların insanları seveceği ve insanlara inanacağı günü yaklaştırmak için çalışmakta devam edeceğiz.”
(Ali Baba Dergisi, 02 Aralık 1947, Sayı 2)
“Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul-zurna az.”
Saygılarımla