Değerli hocam Doğan Cüceloğlu’nun kendi hayatından verdiği bir yaşantıyı paylaşmak istiyorum. Kıyaslamanın, sonuç odaklı olmanın yanlışlığını vurgulayan bir çıkarım.
Timur (Doğan Cüceloğlu’nun oğlu) lise 2'de idi ve okulunun basketbol takımında oynamaktaydı. Ben genellikle cuma akşamları Timur'un okulunun katıldığı okullar arası maçları seyrederdim ve maçtan sonra genellikle Timur'la pizza yerdik.
Bir akşam o bölgenin liselerarası basketbol şampiyonluk turnuvasının son maçı oynanacaktı. Bu maçı kazanırsa Timur'un Lisesi şampiyon olacaktı.
Maçın bitmesine 8 saniye vardı; Timur'un okulunun skoru 60, karşı takımın skoru 61 idi. Top Timur'un eline geçti. Timur iki üç oyuncuyu çalımladı ve maçın bitmesine 4 saniye kala karşı takımdan bir oyuncu topu Timur'dan kaptı. Timur topun peşini bırakmadı ve topu yeniden aldı ve potaya doğru fırlattığında saat son saniyeleri gösteriyordu.
Bütün salon nefesini tuttu; top potada iki üç kere döndükten sonra dışarı düştü. Hakem düdüğünü çaldı. Oyun bitmiş ve öbür takım şampiyon olmuştu. Öbür takım taraftarı coşkuyla sahaya dolarken ben Timur'a bakıyordum; zavallı oğlumun şişirilmiş bir balonun havasının boşaltılmasında olduğu gibi, gözlerimin önünde omuzları çöktü, gözlerini yere dikti ve çok mahcup ezik bir tavır içinde soyunma odasına doğru yürüdü.
Normal olarak beş dakika içinde soyunma odasından çıkan oğlum, o gün 35 dakika sonra çıktı. Ben neşeli bir tavır içinde, "Timur, haydi pizza yemeye gidelim." dediğimde yüzüme bile bakmadı ve homurdanarak, "Benim başım ağrıyor, ben eve gideceğim ve yatacağım" dedi.
Ne diyeceğimi bilemiyordum; sessizce arabaya yürüdük. Arabanın arka koltuğuna çantasını attı ve uzanarak başını çantasının üstüne koydu ve koluyla da gözünü kapattı. Gideceğimiz 80 kilometrelik uzun bir yol vardı; yola koyulduk. Araba yola çıktıktan on beş dakika sonra, zayıf bir sesle Timur, "Baba, biliyorum benden utanıyorsun. Özür dilerim" dedi.
Bu söz içimi alev gibi yaktı. Aslında Timur'dan utanmıyordum; ama onunla ne konuşacağımı, nasıl konuşacağımı bilemiyordum. Bir çaresizlik duygusu içindeydim.
Zaman kazanmak için, "Bir şey mi dedin Timur?" diye sordum. Öfke ve hayal kırıklığıyla çınlayan bir sesle, "Ne dediğimi duydun!" dedi.
Oğlumun şu anda babaya ihtiyacı vardı ve ben psikologdum ama bir baba olarak ona ne diyeceğimi bilemiyordum. Ne olursa olsun niyetimin saflığı içinde oğlumla konuşmam gerektiğinin farkındaydım. İlk fırsatta bir çıkıştan çıktım ve bulduğum ilk uygun yere arabayı park ettim. Timur, kolu yüzünün üstünde arabanın arkasında yatıyordu. Onunla konuşmaya başladım:
"Oğlum Timur, önce senden özür dilerim. Sorunu duydum; ama ne diyeceğimi bilemediğim için, zaman kazanmak amacıyla duymamış gibi yaptım. Oğlum, kendi içime sorduğum zaman orada senden utanmak diye bir duygu bulamıyorum. Duygumun ne olacağına karar vermeden önce sana iki soru sormak istiyorum, lütfen sorularımı yanıtla" dedim.
Hiç ses çıkarmadı. Bu sessizliği, "Tamam sor." olarak yorumladım ve sorularımı sordum.
"Oğlum ilk sorum şu: Sen bu oyunu oynarken elinden gelenin en iyisini yapmaya gayret ettin mi?"
Timur öfkeli bir sesle, "Tabi!" diye yanıtladı. Niye öfkelendi diye düşündüm ve hemen anladım. Timur her sabah saat 5.45'te kalkıyor ve yürüyüş mesafesindeki okula giderek saat 6.15 // 7:15 arası arkadaşlarıyla antrenman yapıyordu. Beni veya annesini memnun etmek için değil, bunu kendisi istediği için yapıyordu. Bu durumu bilen bir baba, "elinden gelenin en iyisini yapmaya gayret ettin mi?" diye sormamalıydı.
İkinci sorumu sordum: "Peki oğlum, elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışırken, coşkulu ve şevkli miydin? Timur, yine sinirli bir sesle, "Tabi!" dedi. Her sabah 5.45'te antrenman yapmak için kalkan biri herhalde oyun oynarken şevkli ve istekli oynardı. Bunu anlamamı bekliyordu.
"O zaman beni iyi dinle oğlum" dedim ve devam ettim; "Benim seninle ilgili içimdeki duygu, senden utanmak değil, bunun tam zıttı. Ben seninle gurur duyuyorum. İçimdeki ses, 'Benim yiğit oğlum!' diyor. Niçin böyle hissediyorum? Çünkü her şeyden önce korkak davranmadın, riske girdin topu aldın, götürdün, başkasına atmadın, kendin götürdün. Topu kaybettin ama peşini bırakmadın ve topu potaya atma cesaretini sen gösterdin. Bu bir!
"Bak oğlum, yaşamda gerçekçi olmak çok önemlidir ve senin gücün gerçekçi olmandan gelir. Gerçekte her durumda senin denetimin altında olan iki temel faktör vardır; elinden gelenin en iyisini yapmak ve yaparken coşkuyla yapmak. Senin denetimin altında olan her iki şeyi de yapmış birisin. Ben senden nasıl utanabilirim? Elinden gelenin en iyisini coşkuyla yapmaya devam edersen, eninde sonunda sen mutlaka başarılı olursun. Ancak aklı kıt olanlar, kendilerini belirli bir sonuca adarlar ve bu iki önemli faktörü ihmal ederler. Ama ben aklı kıt bir baba değilim. Ben seni başarılı görüyorum ve seninle gurur duyuyorum!"
Bunları söyledikten sonra şöyle bir düşündüm, başka söyleyecek bir şey yoktu. Arabayı çalıştırdım ve tekrar ana yola çıktım, eve doğru gitmeye başladık. Sekiz, dokuz dakika sonra Timur kolunu yüzünden çekti ve rahatlamış bir sesle, "Baba, haydi pizza yemeye gidelim!" dedi.
Çocuğunuzu başkasına kıyasladığınız zaman sonuç vurgulu bir tavır içinde oluyorsunuz ve çocuğunuza yarar yerine zarar veriyorsunuz. Unutmayın!