İki şey ruhumuzu karartır; ’’Konuşacakkken Susmak, Susacakkken Konuşmak’’ (Sadi)
‘Off bee, yetti artık... her sabah aynı ses, aynı gürültü... üstelik bu kadar erken kaldırılır mı insan? Bugün öğle yemeğinde horoz yahnisi var bey’
Evin hanımı kendini bugünde yine erken kaldıran horoza kızmıştı.
Horoz hem çok, hem de vakitli-vakitsiz ötüyordu.
Üstelik son günlerde kendini tam kıral ilan etmişti. Hareminde ki 10 tavuk her gün gagalanıyor, kan revan içinde kalıyorlardı.
Birde üstüne üstlük sabahın zifiri karanlığında hep aynı nakarat; Ü-ürü-üüü...
Kendini kral sanar...
Hemde çıplak olduğunun farkına varmadan...
Eee, kimse(yalaka) çıplaklığını yüzüne vurmak şöyle dursun üstüne üstlük; ’’Bugün çok şıksınız, ağzınızda mis kokuyor derse... (ki çekilmeyen ağız kokusundan ikinci karısı da kendini terketmiştir zat-ı muhteremin.)
Seçilen idareciler hep alçakgönüllü olurlar ilk zamanlar. Sonradan dalkavukların, yalakaların pof-poflarıyla tavuz kuşu gibi kabarıverirler (tabii ki bazılarını tenzih ediyorum). Kendini oturduğu makama getiren halka saygısını muhafaza eden, ‘eline-beline-diline’ hakim olan, kalabilen çok azdır her nedense...
ZAMANSIZ ÖTENİ...
Tavuklar hasta horozun sabahleyin öleceğini tahmin etmiyorlarmış. Kümesteki diğer tavuklar, efendileri güneşi çağırmadığı takdirde, güneşin doğmayacağını düşünerek telaşa ve üzüntüye kapılmışlar.
Anlaşıldığı gibi tüm tavuklar, güneşin horoz ötmesiyle doğduğuna inanıyorlarmış.
Ertesi gün güneş onların bu boş inançlarını orttadan kaldırmış. Horozun çok hasta olmasına ve ötmek için gücünün olmamasına rağmen, güneş doğmuş ve hiçbir şey günün seyrini dağiştirememiş... (Abdülbaha)
Saygılarımla.