Bardak testi, çömlek de küp tabii ki aynı olamazlar.
Kişi aldığı eğitim, öğrendiği mesleği (kadarını) geri verir.
Çiftçi tarla ekmeli… saç değil.
Her kalem tutan el resim yapamayacağı gibi, yazı da yazamaz.
Çorbayı her kadın pişirebilir… ancak ‘Sevgi’ ile kaynayan çorba lezzetli olamaz.
Ne demişti rahmetli Süleyman Demirel:
— “Her konuşan, nutuk atan politikacı olamaz.”
M.Ö. 620-560 yılları arasında antik Yunan döneminde yaşamış hikayeciyi tanırsınız;
Ezop… ve O’nun 2600 yıldır tazeliğini kaybetmeyen anlatılarını.
Ezop hikayeleri hep hayvanlar üzerinedir.
Bir eşek, bir beygir ve bir inek arkadaş olurlar. İnsanların karakterlerini daha iyi öğrenmek adına etrafa dağılıp, 3 yıl sonra bilgilerini, tecrübelerini birbirlerine anlatmak için aynı yerde, buluşmak sözü vererek vedalaşırlar.
Sözleştikleri gibi 3 yıl sonra buluşma yerlerine gelirler. İlk gelenler inek ile beygirdir. İkisi de perişan durumdadır. Zayıflamış, kamburları çıkmış, dişleri dökülmüştür. Acınacak haldedirler. Kendini daha iyi hisseden beygir arkadaşına sorar; bu ne hal inek kardeş diye sorar. İnek, acı-acı iç çekerek başlar anlatmaya;
--Sorma beygir kardeş, bu insanlar çok merhametsiz ve acımasızlar… Beni durmadan birbirlerine sattılar. Sütümü sağdılar, yanıma bir inek daha alıp tarlada çalıştırdılar, aç bile bıraktılar. Kaçtım canımı zor kurtardım be kardeş.
Sen de bayağı kilo vermişsin, ya sen ne yaptın anlat hele.
--Ben de senden aşağı acı çekmedim inek kardeş. Bu insanoğlu gerçekten çok acımasız mış. Ağzıma bir demir parçası geçirdiler, ağzımı açamadım. Üzerime bindiler ses çıkaramadım. Biri indi, öbürü bindi…
Binmedikleri zamanlar zincire vurdular, yük taşıttılar. Belim çöküp onları taşıyamaz hale geldiğimde arkama koca bir araba bağladılar. Bu kez yanımda başka bir kadersiz beygirle daha çok insan taşımaya başladım… hızlı gitmem için hep kırbaçladılar.
Ben de canımı zor kurtardım inek kardeş.
İnek ile beygir konuşmaktan yorulmuş suskunken eşek görünür uzaktan… hayli neşelidir. Islık çala-çala, taşlara tekme ata-ata hoplaya zıplaya gelir yanlarına.
Bayağı semirmiş, kilo almış, tüyleri bile pırıl-pırıl.
Koca- koca ‘eşek gözleri’ daha da büyümüş sanki…
İnek ile beygir şaşkınlıktan birbirlerine bakarak; “Nedir bu halin eşek kardeş, zevkten dört köşe olmuşsun anlat hele” derler. Eş(ş)ek keyifle başlar anlatmaya;
--Sizden ayrıldıktan sonra uzak bir memlekete gittim. Meğer orada Reis mi seçeceklermiş neymiş birisi bağırıp duruyor… o bağırdıkça birileri hep alkışlıyor.
Bende sesime güveniyorum ya, daha yüksek bir yere çıktım, başladım bağırmaya.
Sesimi bilirsiniz, bağırdıkça yanıma koştular.
Etrafım insan doldu. Onlar çoğaldıkça ben daha da coştum. Haktan, hukuktan, refahtan, adaletten falan bahsettim.
- Eee sonra ne oldu?
- Ne olacak beni reis seçtiler.
- Deme yahu, sen başkan mı oldun?
- Evet. Bağırmaktan başka bir şey yapmadım. Ben bağırdıkça onlar; ‘Seninle gurur duyuyoruz’ diye çılgın gibi alkışladılar.
Bende yedim bağırdım, içtim bağırdım.
- Peki senin eşek olduğunu anlamadılar mı yahu?
- Valla yarısı belki anladı anlamasına da…
- Anlayanların bazıları anlayamayanlara anlatamadılar...
“ZİHİNDE YER ETMELİ ŞU HAKİKAT HER FERDİN, SEBEBİ CAHİLLİKTİR CEMİYETTE HER FERDİN!” (Mevlana)
Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul-zurna az.
Saygılarımla…