Rıdvan Eşin
Esnaf Odaları Bidliği
Le Pain
Muzaffer Şenocak
Köşe Yazarı
Muzaffer Şenocak
 

Maveraünnehir (2)

Bu mesajı, herkes kendi aklınca, kendi kapasitesince algılar. Bunu algılarken de o akla algılama biçimini ve kapasitesini veren, içinde yaşadığı toplumun koşullarıdır. O kişinin örfleri, o kişinin teamülleri, o kişinin yapısı ve bu yapının algılamada ki rolünü inkâr etmek, göz ardı etmek mümkün değildir. Mümkün olamadığı için de Arap kavimlerinin kendi içlerinde dahi Kuran-ı farklı yorumlamaları ne kadar olağansa, o coğrafyadan uzaklaştıkça, yani Kuran ın indiği bölgenin dışına çıkıldıkça, Maveraünnehir e, Horasan a, İran a, Anadolu ya gelindiğinde, farklı yorumlara tabi olması da kaçınılmazdı ve de böyle olmuştur. Özellikle yüzyılı aşan bir süre geçtikten sonra, Maveraünnehirdeki Türk kavimlerin Kuran-ı Kerim i kabul etmeleri, İslam olmayı kabul etmeleri, yine bu Tanrı mesajını temel veriden hareketle; örfü, âdeti, geleneği, teamülü çerçevesinde Kuran-ı Kerim i algılaması kaçınılmazdı ve öylede oldu. O tarihte Maveraünnehir de saz vardı, bugünde var. Semah vardı, bugünde var. O semahlarla, sazlarla Kuran-ı Kerim i aynı kavimlere intikal ettirmeleri gayet doğaldır. Daha doğru algılamaları ve yorumları da doğaldı. Çünkü Hz. Muhammed in peygamber olmasına rağmen, Arap Yarımadasında bulunduğu coğrafya ve halk içerisinde Kur an mesajlarını verirken, o halkın kendi örflerinden sıyrılarak, Tanrı mesajını Tanrının istediği şekilde algılaması şansları çok daha zayıftır. Çünkü örf, ilk günlerde çok daha güçlüdür. Mesajın örfün üstüne çıkarak yeni alışkanlıklar getirmesi, son derece zordur. Örnek olarak kadını verebiliriz: Kadın, bir hiç olarak kabul edilirken, bir meta bile kabul edilmezken, orta malı sayılırken, tek eşli evlilik olmalı, ya da kadın erkekle aynı yerde, aynı değerde olur dendiği zaman, İslamiyet’in orada yaşama şansı olamazdı. Ancak halkın içine sindirebileceği, kabul edebileceği bir noktaya kadar yaklaşımı benimsetebilir ki aynen de böyle olmuştur. Arap kavimlerinin evliliği dört kadına indirgemiş olması, o günün şartlarında olağanüstü büyük bir değişim olarak görülmelidir. Hz. Muhammed, ihtilalcidir, her peygamber gibi yeni şeyler getiriyor, temel esaslar getiriyor. Arap kavimlerine göre kadın, bir meta bile değilken, istenildiğinde kolayca boşanılıp sokağa bırakılırken, Maveraünnehirde kadın bir hatundur. Hakan vardır; ama yanında da hatun vardır. Kadınla ilgili Kuran da ki hükmün oradaki yorumuyla, Arabistan’daki kadın yorumu birbirinden farklıdır. Farklılık derken bunu kastettim. Prof. Mehmet Aydın da şöyle der: Kuranı Kerim bir yorumdur. Dünyayı algılama ve açılama yöntemi olarak zaten özünde bir yorumlama gayreti olduğunu, ayrıca vahyin dünyevi bir dilde (Arapça) insanlığa ulaştırıldığı andan itibaren de o dilin içinde şekillendiği Arap Kültürünün kalıpları içine girdiğini, zaman ve Kültür ile yoğrulmamış bir dinin varolması mümkün olamayacağını, hali ile Anadolu Toprakları da dini kendi kültürü ve şartları içinde yoğurdunu, belirtiyor. Dr. Ergün Yıldırım da, İslam’ın bizzat Osmanlıda uğradığı yorum değişikliklerini vurguluyor. Örneğin İslam, Anadolu’ya yerleşmek için Cengaverlik ruhu öne çıktı, ama yerleşince yerini sükun ve huzura bıraktı, der. İslam dan önce Türkler Şamandı. Şamanlıkta Tek Tanrı inancı vardı. Putlara tapma ilkelliği yoktu. Doğanın bütün varlıklarına saygı ve sevgi vardı. Tek eşlilik vardı. Kız çocuklarını diri diri toprağa gömme ilkelliği yoktu. Arap yarımadasında müzik, heykel ve benzeri insanlığın yüce duygularının en asil ve kalıcı belirtileri yasaktı. İşte onun için Türklere peygamber gelmedi. Çünkü Peygambere muhtaç olacak kadar ahlak düşüşüne uğramadığı için böyle bir zorunluluk doğmamıştır. Kuran ın Arapça olması Arabı cahiliye ve karanlık utancından kurtarmak için anladıkları dilde gelmiştir. Türk ulusunun binlerce yıllık örf ve adetleri, kültür, inanç ve töreleri ile beraber Anadolu ya geldi. Anadolu bu yorumla İslam ı benimsedi. Alevilik, Türk kültür, inanç ve töresinin ağırlığı ile İslamlaştı. Ana dilin önemi: ANADOLUYA Hacı Bektaş Veli Kucağına Aslanla Ceylanı alarak, yani güçlüyle güçsüzün birliğini sağlayarak gelmiştir. Adı; Türk yurdudur ama Türkçe konuşulmamaktadır. Devletin dilini devletin yurttaşı anlamamaktadır. Devletin başındaki kişilerin ismi; Keyhusrev, Keykubat, Keykavus v.s. dir. Sanki acem yurdudur. Adına da Selçuklu Türk Devleti deniliyordu. Medreseler vardı ama onlarda Farsça, Arapça yani, halkın diliyle ibadet yapmıyorlardı. Halkın diliyle konuşmuyorlardı. Aristokrat ailelere hitap ediyorlardı. İşte o erenler, O rahmet insanları halkın arasındaydılar. Horasan erenleri deniliyordu. Halkın diliyle konuşuyorlardı. Ve halkın diliyle ibadet ediyorlardı Tarihçi Cemal Kutay Türkçe İbadet kitabından Karluk Türklerinin Göktanrı ya yakarışını şöyle dile getirir; Ey Göktanrı beni duy, Yakarışıma sana ulaşma gücü ver Toprağımda yeşillikler sararmasın Atım, davarım susuz kalmasın Ürünüm solmasın, başsız kalmasın Sönmesin obamın çırası Gücüm aşım azalmasın Sana ulaşmış ellerimi Boşta bırakma Göktanrı Korumadan yoksun bırakma biz Eksiltme azığımızı, dileğimizi Bozdurma dirliğimizi, birliğimizi Koru budumuzu, töremizi Duayı böyle yazdıktan sonra Cemal Kutay sorar: Hepinizden, vicdanınızı, sağduyunuzu, aklınızı hakem yaparak şu soruya cevap rica ediyorum: Beşbin yıllık bu şaman duasını mı yüce Tanrıya YAKARIŞ olarak selamlıyorsunuz, yoksa anlamını, kaynağını, felsefesini, özellikle geçmişinizin dokusu doğa gerçekleriyle ilgisiz Arapça dualarını mı anlıyor, benimsiyor, yüreğinizde iz buluyorsunuz Tanrı aşkına, kaynağı meçhul günah korkusunu silerek cevap veriniz lütfen Cevap veriniz. Bir ulus kendi dilini konuşmuyor, kendi diliyle ibadet etmiyorsa farkına varmadan konuştuğu ulusun kültürel değerleriyle beslenir ve şekillenir. Kültürel erozyona uğrar. Aynen Arap kültürüyle, Türk halkının Vahabileştirilmek istenildiği gibi. Sonuç olarak: Etnik köken olarak Alevilik= Türklüktür anlamını çıkartıp ırkçı bir yaklaşımla algılanıp değerlendirilmemelidir. O zaman Balkanlardaki ve dünyanın birçok bölgesindeki Alevileri / Bektaşileri reddetmek mi gerekir Singapur un Moro adasındaki Türk olmayan ama kendilerini Alevi olarak tanımlayan insanları nereye yerleştirmek gerekiyor İnanç bireyin bir iç dünya olayıdır. Bir Alevi nasıl Sünni olabiliyorsa, bir Sünni de Alevi olmasında hiçbir sakınca olmamalıdır. Doğrusu da budur. Aleviliğin misyonerliği olmadığı için bu kavram yanlış tanımlanmıştır. Kabul edilse de edilmese de kişi inancını kendi iç dünyasında yaşayacaktır. Kültür olarak Alevilik, Türk örf ve adetleriyle İslamın yüce değerlerinin benimsendiği ve Mevareünnehirden birçok coğrafyaya yayıldığıdır. Bütün dinler insana gelmiştir. İnsan olgunlaşıp yüceldikçe din de yücelecektir. Onun için Aleviliğin kıblesi insan olmuş, yetmiş iki milleti kucaklamıştır. Kaynak: Prof. Dr. İzzettin Doğan konuşmaları, Alirıza Uğurlu Dede, Cemal Kutay
Ekleme Tarihi: 06 Haziran 2022 - Pazartesi

Maveraünnehir (2)

Bu mesajı, herkes kendi aklınca, kendi kapasitesince algılar. Bunu algılarken de o akla algılama biçimini ve kapasitesini veren, içinde yaşadığı toplumun koşullarıdır. O kişinin örfleri, o kişinin teamülleri, o kişinin yapısı ve bu yapının algılamada ki rolünü inkâr etmek, göz ardı etmek mümkün değildir.

Mümkün olamadığı için de Arap kavimlerinin kendi içlerinde dahi Kuran-ı farklı yorumlamaları ne kadar olağansa, o coğrafyadan uzaklaştıkça, yani Kuran ın indiği bölgenin dışına çıkıldıkça, Maveraünnehir e, Horasan a, İran a, Anadolu ya gelindiğinde, farklı yorumlara tabi olması da kaçınılmazdı ve de böyle olmuştur. Özellikle yüzyılı aşan bir süre geçtikten sonra, Maveraünnehirdeki Türk kavimlerin Kuran-ı Kerim i kabul etmeleri, İslam olmayı kabul etmeleri, yine bu Tanrı mesajını temel veriden hareketle; örfü, âdeti, geleneği, teamülü çerçevesinde Kuran-ı Kerim i algılaması kaçınılmazdı ve öylede oldu. O tarihte Maveraünnehir de saz vardı, bugünde var. Semah vardı, bugünde var.

O semahlarla, sazlarla Kuran-ı Kerim i aynı kavimlere intikal ettirmeleri gayet doğaldır. Daha doğru algılamaları ve yorumları da doğaldı. Çünkü Hz. Muhammed in peygamber olmasına rağmen, Arap Yarımadasında bulunduğu coğrafya ve halk içerisinde Kur an mesajlarını verirken, o halkın kendi örflerinden sıyrılarak, Tanrı mesajını Tanrının istediği şekilde algılaması şansları çok daha zayıftır.

Çünkü örf, ilk günlerde çok daha güçlüdür. Mesajın örfün üstüne çıkarak yeni alışkanlıklar getirmesi, son derece zordur.

Örnek olarak kadını verebiliriz: Kadın, bir hiç olarak kabul edilirken, bir meta bile kabul edilmezken, orta malı sayılırken, tek eşli evlilik olmalı, ya da kadın erkekle aynı yerde, aynı değerde olur dendiği zaman, İslamiyet’in orada yaşama şansı olamazdı. Ancak halkın içine sindirebileceği, kabul edebileceği bir noktaya kadar yaklaşımı benimsetebilir ki aynen de böyle olmuştur. Arap kavimlerinin evliliği dört kadına indirgemiş olması, o günün şartlarında olağanüstü büyük bir değişim olarak görülmelidir. Hz. Muhammed, ihtilalcidir, her peygamber gibi yeni şeyler getiriyor, temel esaslar getiriyor. Arap kavimlerine göre kadın, bir meta bile değilken, istenildiğinde kolayca boşanılıp sokağa bırakılırken, Maveraünnehirde kadın bir hatundur.

Hakan vardır; ama yanında da hatun vardır.

Kadınla ilgili Kuran da ki hükmün oradaki yorumuyla, Arabistan’daki kadın yorumu birbirinden farklıdır. Farklılık derken bunu kastettim.

Prof. Mehmet Aydın da şöyle der: Kuranı Kerim bir yorumdur. Dünyayı algılama ve açılama yöntemi olarak zaten özünde bir yorumlama gayreti olduğunu, ayrıca vahyin dünyevi bir dilde (Arapça) insanlığa ulaştırıldığı andan itibaren de o dilin içinde şekillendiği Arap Kültürünün kalıpları içine girdiğini, zaman ve Kültür ile yoğrulmamış bir dinin varolması mümkün olamayacağını, hali ile Anadolu Toprakları da dini kendi kültürü ve şartları içinde yoğurdunu, belirtiyor.

Dr. Ergün Yıldırım da, İslam’ın bizzat Osmanlıda uğradığı yorum değişikliklerini vurguluyor. Örneğin İslam, Anadolu’ya yerleşmek için Cengaverlik ruhu öne çıktı, ama yerleşince yerini sükun ve huzura bıraktı, der.

İslam dan önce Türkler Şamandı. Şamanlıkta Tek Tanrı inancı vardı. Putlara tapma ilkelliği yoktu. Doğanın bütün varlıklarına saygı ve sevgi vardı. Tek eşlilik vardı. Kız çocuklarını diri diri toprağa gömme ilkelliği yoktu. Arap yarımadasında müzik, heykel ve benzeri insanlığın yüce duygularının en asil ve kalıcı belirtileri yasaktı.

İşte onun için Türklere peygamber gelmedi. Çünkü Peygambere muhtaç olacak kadar ahlak düşüşüne uğramadığı için böyle bir zorunluluk doğmamıştır.

Kuran ın Arapça olması Arabı cahiliye ve karanlık utancından kurtarmak için anladıkları dilde gelmiştir.

Türk ulusunun binlerce yıllık örf ve adetleri, kültür, inanç ve töreleri ile beraber Anadolu ya geldi. Anadolu bu yorumla İslam ı benimsedi.

Alevilik, Türk kültür, inanç ve töresinin ağırlığı ile İslamlaştı.

Ana dilin önemi:

ANADOLUYA Hacı Bektaş Veli Kucağına Aslanla Ceylanı alarak, yani güçlüyle güçsüzün birliğini sağlayarak gelmiştir.

Adı; Türk yurdudur ama Türkçe konuşulmamaktadır.

Devletin dilini devletin yurttaşı anlamamaktadır.

Devletin başındaki kişilerin ismi; Keyhusrev, Keykubat, Keykavus v.s. dir. Sanki acem yurdudur. Adına da Selçuklu Türk Devleti deniliyordu. Medreseler vardı ama onlarda Farsça, Arapça yani, halkın diliyle ibadet yapmıyorlardı. Halkın diliyle konuşmuyorlardı. Aristokrat ailelere hitap ediyorlardı.

İşte o erenler, O rahmet insanları halkın arasındaydılar.

Horasan erenleri deniliyordu. Halkın diliyle konuşuyorlardı. Ve halkın diliyle ibadet ediyorlardı

Tarihçi Cemal Kutay Türkçe İbadet kitabından Karluk Türklerinin Göktanrı ya yakarışını şöyle dile getirir;

Ey Göktanrı beni duy,

Yakarışıma sana ulaşma gücü ver

Toprağımda yeşillikler sararmasın

Atım, davarım susuz kalmasın

Ürünüm solmasın, başsız kalmasın

Sönmesin obamın çırası

Gücüm aşım azalmasın

Sana ulaşmış ellerimi

Boşta bırakma Göktanrı

Korumadan yoksun bırakma biz

Eksiltme azığımızı, dileğimizi

Bozdurma dirliğimizi, birliğimizi

Koru budumuzu, töremizi

Duayı böyle yazdıktan sonra Cemal Kutay sorar:

Hepinizden, vicdanınızı, sağduyunuzu, aklınızı hakem yaparak şu soruya cevap rica ediyorum: Beşbin yıllık bu şaman duasını mı yüce Tanrıya YAKARIŞ olarak selamlıyorsunuz, yoksa anlamını, kaynağını, felsefesini, özellikle geçmişinizin dokusu doğa gerçekleriyle ilgisiz Arapça dualarını mı anlıyor, benimsiyor, yüreğinizde iz buluyorsunuz

Tanrı aşkına, kaynağı meçhul günah korkusunu silerek cevap veriniz lütfen Cevap veriniz.

Bir ulus kendi dilini konuşmuyor, kendi diliyle ibadet etmiyorsa farkına varmadan konuştuğu ulusun kültürel değerleriyle beslenir ve şekillenir. Kültürel erozyona uğrar. Aynen Arap kültürüyle, Türk halkının Vahabileştirilmek istenildiği gibi.

Sonuç olarak:

Etnik köken olarak Alevilik= Türklüktür anlamını çıkartıp ırkçı bir yaklaşımla algılanıp değerlendirilmemelidir. O zaman Balkanlardaki ve dünyanın birçok bölgesindeki Alevileri / Bektaşileri reddetmek mi gerekir Singapur un Moro adasındaki Türk olmayan ama kendilerini Alevi olarak tanımlayan insanları nereye yerleştirmek gerekiyor İnanç bireyin bir iç dünya olayıdır. Bir Alevi nasıl Sünni olabiliyorsa, bir Sünni de Alevi olmasında hiçbir sakınca olmamalıdır. Doğrusu da budur. Aleviliğin misyonerliği olmadığı için bu kavram yanlış tanımlanmıştır. Kabul edilse de edilmese de kişi inancını kendi iç dünyasında yaşayacaktır. Kültür olarak Alevilik, Türk örf ve adetleriyle İslamın yüce değerlerinin benimsendiği ve Mevareünnehirden birçok coğrafyaya yayıldığıdır. Bütün dinler insana gelmiştir. İnsan olgunlaşıp yüceldikçe din de yücelecektir. Onun için Aleviliğin kıblesi insan olmuş, yetmiş iki milleti kucaklamıştır.

Kaynak: Prof. Dr. İzzettin Doğan konuşmaları, Alirıza Uğurlu Dede, Cemal Kutay

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve aydinyeniufuk.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.