Çünkü bize ölümsüz bir aşkı hatırlatır…
Takvimler 2017'yi gösterdiğinde yaşadığımız olaylar hem dünya hem de ülkemiz üzerinde bir çok olumsuz etki yapmakta.Özellikle orta doğu coğrafyası yeniden şekillenirken.
Yüce önde Atatürk 1923’lü yıllarda sanki bu günleri görmüş gibi çalışmalar yapmış. Lozan da, Ankara antlaşmalarında günümüz coğrafyasının sınırlarını,Türkiye Cumhuriyetinin haklarını tek tek sıralamış. Bugün bu maddeleri kullanıyor olmamız, Irak ve Suriye de Atatürk’ün yaptığı çalışmalar üzerine odaklanmamız onun büyüklüğünü gösteriyor.
Atatürk’ün çocukluk arkadaşı ve en yakın dostlarından Asaf İlbay’ın torunu Ferda İlbay, Atatürk'le ilgili bilinmeyenleri bir mülakatta açıklamıştı.
Bazı bölümlerden alıntılar yapmak istiyorum.
"SEZAR, İSKENDER, NAPOLYON AYAĞA KALKIN BÜYÜĞÜNÜZ GELİYOR"
Tahsil için oğlu Nahit’i İsviçre’ye götürdüğünde kendi karaciğer rahatsızlığını da göstermek arzusunda olan Asaf İlbay, son bir kez Ata’yı görmek için 20 Ekim 1938 günü, Dolmabahçe Sarayı’na gider. Ancak Seryaver Celal Bey’den artık görüşmeye izin verilmediğini öğrenir. Büyük bir keder ile saraydan ayrılır ve ertesi gün yola çıkar. Oğlunu üniversiteye kaydettirir ve Paris’te tedavi olur. İtalya üzerinden dönerken Milano’da “Glararipa de Campari” gazinosunda “Atatürk, 10 Kasım 1938 günü saat dokuzda, gözlerini hayata kapamış, ebediyete kavuşmuştur” anonsu acı acı haykırılır. İlbay, derhal tren biletini alır ve İstanbul’a doğru hareket eder. İstasyonda bir Türk vatandaşı, sabah çıkan gazetelerden birisinde, bir İtalyan profesörünün Atatürk’e dair yazdığı bir yazıyı tercüme eder: “Sezar, İskender, Napolyon ayağa kalkınız, büyüğünüz geliyor.”
"DİN İŞLERİNİN MİHRABI İNSANLARIN VİCDANLARIDIR"
İlbay, din konusunda yalnızca bir kez Hz. Musa ve Hz. Muhammed hakkında Atatürk’ün görüş ve düşüncelerine şahit olmuş. Hz. Musa’nın cahiliye devrinde 10 emir ile insanlığa fazilet dersi verdiğini düşünen Atatürk, Hz. Muhammed’in ise Musa devrinin din telakkilerindeki hurafeleri kısmen atmasına muvaffak olduğunu söylemiş. Atatürk, İlbay’ın din telakkisi merakını ise şöyle yanıtlamıştır: “Din vardır ve lazımdır. Bizim dinimizin temeli sağlamdır, malzemesi iyidir. Ancak bina sakatlanmıştır. Çok yaşamış ve eskimiş olan harcın kaynaştırma kudreti azalıp çözüldükçe yeni malzeme ile takviye edilememiştir. Aksine, yabancı unsurlar katılarak zayıflatılmıştır. Bugün bu binaya dokunulamaz, tamir de edilemez. Zamanla çatlaklar derinleşecek ve sağlam olan temel üzerine yeni bir bina kurulacaktır. Bize göre din ülküsü, vicdan telakkisidir. Herkes vicdanının emrine tabi olmakta serbesttir, hürdür. Biz, din işlerini, devlet ve millet işleriyle karıştırmıyoruz. Millet ve devlet işlerinin Kâbe’si, milli hâkimiyetin tecelli ettiği Büyük Millet Meclisi’dir. Din işlerinin mihrabı ise insanların vicdanlarıdır. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe, tefekküre muhalif değiliz. Kaste ve fiile dayanan taassupkâr irticalardan sakınıyoruz ve buna asla meydan vermeyeceğiz.”
Atamızı derin sevgiyle anlıyor ve anıyoruz. #ilelebet