Görevdeki cumhurbaşkanının 2023 yılında yapılacak bir seçimde aday olabilmesi sadece TBMM’nin alacağı erken seçim kararı ile mümkün olabileceğinden (bu durum raporun ilgili bölümünde değerlendirilmektedir) erken seçim kararının 7393 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 6 Nisan 2023 tarihinden sonra alınarak seçim tarihinin de buna göre belirlenmesi ihtimali düşünülebilir. Bu durumda erken seçim günü en erken 11 Haziran 2023 tarihine denk geldiğinden, bu bir erken seçim olmayacaktır. Bu itibarla, bir erken seçim kararı alındığında 7393 sayılı Kanun’un uygulanabilmesi, açık bir hukuku dolanma olan ancak buna rağmen daha öncede yapıldığı şekilde 1982 Anayasası’na 67. maddenin son fıkrasındaki hükmün 28. Dönem milletvekili genel ve cumhurbaşkanlığı seçiminde uygulanmayacağını belirten bir geçici maddenin anayasaya eklenmesiyle mümkün olacaktır. TBMM’nin de erken seçim kararı alabilmesi için aranan beşte üç çoğunluğun aynı zamandan bir anayasa değişikliğinin minimum kabul çoğunluğu olduğuna göre TBMM’nin erken seçim kararıyla 7393 sayılı Kanunun uygulanabilmesini sağlayabilmesi mümkündür. Bu itibarla seçim güvenliğine ilişkin hazırlıkların, aslında hâli hazırda seçim kararı alınmışçasına etkin ve hızlı şekilde yapılması gerekmektedir.
Türkiye’de 2007 yılına kadar cumhuriyet dönemi anayasalarında benimsenen esas cumhurbaşkanın TBMM tarafından seçilmesi ve siyaseten yetkisiz olmasıdır. 2007 yılında yapılan anayasa değişikliğiyle cumhurbaşkanının beş yıllık bir dönem için halk tarafından seçilmesi bir kimsenin en fazla iki defa cumhurbaşkanı seçilebileceği kuralıyla beraber getirilmiştir. 2017 yılında yapılan anayasa değişikliği cumhurbaşkanının göreve geliş biçimini değil sahip olduğu yetkileri tümüyle değiştirmiştir. Ancak dönem kuralı aynı şekilde muhafaza edilmiştir: “Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir.” Özet olarak söylemek gerekirse 1982 Anayasası 2007 yılından beri milletvekili seçilme yeterliğine sahip yurttaşlara halkoyuyla cumhurbaşkanı seçilme hakkı tanımakta ancak bu haktan sadece iki dönem faydalanma imkanı vermektedir. Türkiye’de güncelde ortaya çıkan mesele, halk tarafından seçilmekle birlikte cumhurbaşkanının siyaseten yetkili olmadığı bir hükümet sistemi uygulanırken cumhurbaşkanı seçilen bir kişinin, cumhurbaşkanına siyasi yetkiler tanınan bir anayasa değişikliği sonrası tekrar seçilmesi halinde ilk seçiminin (2014-2018 arasındaki görev süresinin) bir dönem olarak sayılıp sayılmayacağında düğümlenmektedir.
Bu soruna 101. maddenin 2017 yılında yeniden yazılmış olması, yürütmenin yapısının değiştirilmesiyle parlamenter sisteme son verilmiş olması ve cumhurbaşkanına daha farklı yetkilerin tanınmış olması üzerinden değerlendirme yaparak açıklık getirmeye çalışmak, cumhurbaşkanının göreve geliş biçiminin dayandığı temel ile sahip olduğu yetkilerin dayandığı temel arasındaki ayrımın gözden kaçırılması sonucunu doğurur.
Şu durumda görevdeki cumhurbaşkanı, ilki 2014 yılında parlamenter hükümet sistemi uygulanırken yapılan cumhurbaşkanı seçiminde, ikincisi ise 2018 yılında parlamenter hükümet sistemine son veren anayasa değişikliği sonrasında olmak üzere iki defa seçildiğine göre “Bir kimse en fazla iki defa cumhurbaşkanı seçilir” kuralına tabi olduğu ortadadır. Cumhurbaşkanının bir döneminde siyaseten sorumsuz diğer döneminde siyaseten sorumlu olarak görev yapmasının, dönem sayısının belirlenmesinde bir önemi bulunmamaktadır. Bu engel ancak 2017 yılında yapılan anayasa değişikliğine cumhurbaşkanının dönem kuralını baştan başlatan bir geçici madde eklenmesiyle aşılabilirdi. Nitekim yukarıda yer verilen ABD Anayasasında yapılan değişiklikte başkanın görevi iki dönem kuralına bağlanırken bu düzenlemenin, düzenleme önerildiği tarihte görevde olan başkana uygulanmayacağına ilişkin bir geçiş hükmü öngörülmüştü. Ne var ki böyle bir geçici maddeye 6771 sayılı Kanunda yer verilmemiştir.
Tüm bunların sonucu olarak 2014 ve 2018 yıllarında cumhurbaşkanı seçilen bir kişinin kanun önünde eşitlik kuralı gereği cumhurbaşkanı seçilme hakkı bitmiştir. Bunun tek istisnası 1982 Anayasası’nın 116. maddesinde yer almaktadır. Eğer görevdeki cumhurbaşkanı ikinci dönemindeyse, üçüncü dönem için adaylığı ancak 116. maddeye göre TBMM’nin beşte üç çoğunluğuyla alacağı kendi seçimini yenilemesi kararı sonrasında mümkün olacaktır. Böyle bir karar alınmadığı sürece ikinci döneminde olan bir cumhurbaşkanının üçüncü dönemine aday olabilmesi mümkün değildir.
Bu mesele bir siyasi parti tarafından Haziran ayında YSK’ya sorulmuş; Kurul’un seçim takvimi açıklanmadığı gerekçesiyle görüş verilmesine yer olmadığına karar verdiği bilgisi kamuoyuyla paylaşılmıştır.
20 Nisan’a kadar bir erken seçim kararı alınmaz ise seçim takviminin başladığı 20 Nisan 2023 günü bu konunun YSK önüne taşınması ya da adaylıklara itiraz döneminde etkili bir başvuru yapılması önemlidir. YSK’nın Anayasaya uymayan bir kararı neticesinde gidilebilecek başka ne ulusal ne de uluslararası başvuru yolu bulunmadığının altını çizmek ve bunun askıya alınan bir Anayasa ile seçime gidilmesi anlamına geleceğini ifade etmek gerekmektedir.
2- Propaganda Dönemi Bakımından:
a) Kampanya Döneminde Dikkat Edilmesi Gerekenler
Giderek derinleşen ekonomik ve toplumsal sorunlarla mücadele edilen bir dönemde yapılacak seçimlerde muhalefetin sadece dert dinleyen değil, bunlara çare üreten ve o çareleri muhataplarına ileten bir pozisyonda olması gerekir. İktidara gelindiğinde hazinenin, maliyenin ve reel ekonominin nasıl çalıştırılacağının ve insanlara ekonomilerinin nasıl düzeltileceğinin açık, anlaşılır ve sorumlu bir dille anlatılması gerekir. Bunun yanında Türkiye’nin geleceğinde “Hukukun üstünlüğünün” esas olduğu ve hukukun üstünlüğü ile başta ekonomi yönetimi dahil diğer alanlar arasındaki bağlantının nasıl doğrudan ilintili olduğu anlatılmalıdır.
Sosyal devlete vurgu yapan, ihtiyaç sahibi yurttaşların ayakta durabilmesini sağlayan sosyal politikalar (aile destekleri sigortası vb. ) daha fazla geliştirilmeli, öne çıkarılmalı ve yalın bir dille anlatılmalıdır.
Kampanya döneminde ana hedef kitle yeni seçmenler, gençler, Z kuşağı, kadınlar ve kararsızlar olmalıdır. Kadın hakları, toplumsal cinsiyet eşitliği, kadına karşı şiddet konularında da muhalefetin donanımının artırılması gerekir. Bu konular ana akım siyasetin asli konuları olmalıdır. Bu konular eril ve dışlayıcı bir dil kesinlikle kullanılmamalı, paternalist bir yaklaşımdan kesinlikle uzak durulmalıdır. Seçimlerde mutlaka muhalefet partileri içinde yüksek oranda kadın kotası belirlenmeli ve buna uyulması konusunda mümkün olan en yüksek mutabakat sağlanmalıdır. Gençlerin siyasete katılımının önemsenmesi, ilk kez oy kullanacak yeni seçmene özel bir yapının kurgulanması önemli olacaktır. Mümkünse, seçim tarihine göre gençlere ulaşım imkânı sağlanmalı, Gençleri anlamak ve seçime katılmalarını sağlamak için odak grup çalışmaları yapılmalıdır. Halka dokunan konular kutuplaşmayı derinleştirmeden şekilde basitçe anlatmalıdır.
Seçmen iletişiminde ise belirtilmesi gereken husus basit iletişim dilinin kullanılmasında gösterilmesi gereken özendir. Zira muhalefetin dilinin yeterince basit, yalın ve net olmaması, muhalefet liderlerinin konuşmalarının (giriş, gelişme ve sonuç diyebileceğimiz) bir analitik yapıya sahip olmaması seçmene iletilmek istenen mesajın gücünü zayıflatmaktadır. Muhalefetin bu konuya mutlaka daha fazla eğilmesi gerekmektedir. Kampanya dili pozitif gelecekle ilgili olmalıdır. Negatif viral kampanya yapılacaksa, resmi kanaldan değil çeşitli bağımsız platformlar üzerinden yapılmalıdır. Rakip partilerin seçmenlerinin değerlerine saygı gösterilmeli ancak bunu yapmaya çalışırken Muhalefet kendi değerlerini feda etmemelidir. Seçmenle iletişim kurarken basit, barışçıl, pozitif ve kapsayıcı bir dil kullanılmalı, ötekileştirme yapılmamalıdır. Muhalefetin medyadaki sözcüleri eleştiriye değil, çözüme odaklanmalıdır.
Kampanya dönemi boyunca odağa alınmak üzere, Hukukun üstünlüğü, ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü; Yabancı düşmanlığı yerine, sığınmacıların nasıl gönderileceği / sisteme katılacağına ilişkin çözümler; Ekonomik özgürlük; Her vatandaşın hak ettiğini alması; Sosyal adalet / Adil paylaşım; Eğitim, sağlık ve tarım sektörlerinde çalışanlara özel çözümler; Liyakat sistemi; Betona yatırıma ara verip tarıma, gıdaya ve yeni teknolojilere yatırımın öncelenmesi; Bütün tarım topraklarının en verimli kullanımı; Ekonominin yeniden düzenlenmesi ve Sanayi ve ticaretin finansmanı; Toryum yakıtlı nükleer santraller gibi konular belirlenmelidir.
b) Propaganda Döneminde Dikkat Edilmesi Gerekenler
1982 Anayasası’nın 67. maddesinde güvence altına alınmış olan serbest oy kuralı bir yandan seçmenlerin siyasal tercihlerinin serbestçe oluşmasını diğer yandan da seçim yarışına katılan adaylar arasındaki seçim rekabetinde şans eşitliğinin sağlanmasını güvence altına almaktadır. Bu kuralın bir gereği olarak ve seçim yarışına iktidar partisinin her zaman bir adım önde başladığı gerçeği karşısında demokratik devletlerde özellikle propaganda dönemlerinde partiler arası şans eşitliğini korumaya yönelik denetim mekanizmaları oluşturulmuştur. Türkiye'de 298 sayılı Kanunda bu konuda önemli düzenlemeler ve bu düzenlemelerle ilgili YSK’nın önemli bir içtihadı bulunmaktadır.
Ne var ki siyasi partiler ve cumhurbaşkanı adayları arasında sağlanması gereken dengenin kurulmasını sağlayan düzenlemelerde yapılan değişiklikler nedeniyle propaganda döneminde ortaya çıkması gereken serbestliğin Türkiye’de giderek kısıtlandığını ifade etmek gerekmektedir. Bu düzenlemelerden ilki OHAL döneminde kabul edilen 687 sayılı kanun hükmünde kararnamenin 10. maddesi ile 298 sayılı Kanunun 149/A düzenlemesinde yer alan özel radyo ve televizyon yayınlarına ilişkin suçlar düzenlemesinin kaldırılmasıdır. 7393 sayılı Kanun’la da seçim propagandası döneminde iktidar partisinin devlet gücünü kendi lehine kullanmasını engelleyen düzenlemelerden "başbakan" kelimelerinin çıkarılmasına yönelik değişiklik, her ne kadar 2017'den sonra "başbakanlık" makamının bulunmaması gerekçesine dayandırılsa da, (ve ilgili düzenlemelerde "başbakan"a yapılan tüm atıfların "cumhurbaşkanı" olarak değiştirilmemesi sonucu) “cumhurbaşkanı”nın, önceden “başbakan”a uygulanan yasaklar kapsamında yer almaması sonucunu doğurmuştur. Seçimlerdeki propaganda dönemindeki bu olumsuz durumu daha da arttıracak olan bir diğer düzenleme ise 13 Ekim 2022 günü kabul edilen 7418 Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 29. maddesiyle Türk Ceza Kanunu’na eklenen 217. maddedir. Türk Ceza Kanunu’na eklenen bu düzenleme içerdiği soyut durumlar ve oldukça geniş ve genel sebeplere dayanması nedeniyle hem ceza hukuku hem de anayasa hukuku bakımından birçok anayasaya aykırılıklar içermektedir. Seçim dönemine girilirken kabul edilen böylesi bir düzenlemenin yurttaşların siyasal görüşlerini ifade etmekten imtina etmeye yönelteceğinden doğrudan bir oto sansür, siyasal görüş paylaşanlar bakımından da bir sansür uygulaması etkisi yaratacağı açıktır.
Seçim propaganda dönemini ilgilendiren bu hukuksal durum karşısında seçime katılan siyasi partilerin ve cumhurbaşkanı adaylarının programlarını ve kendilerini halka tanıtma imkânlarının oldukça kısıtlı ve keyfi müdahalelere açık olduğu tespitini yapmak gerekmektedir. Bu olumsuzlukların giderilmesi için öncelikle kampanya sürecinde kullanılması gereken dil hakkında yukarıda yer verilen önerilere azami oranda dikkat edilmesi gerekmektedir. Bunun yanında seçim dönemi öncesi farklı siyasi partiler özel medya ve yayın organlarıyla görüşerek, demokratik ülke örneklerinde olduğu gibi her siyasi parti ve adaya ekranlarında eşit sürelerde yer vermelerinin demokrasinin bir gereği olduğu belirtilebilir. Gerçeğe aykırı ve taraflı yayınlara karşı da YSK’nın yerleşik kararlarında yer aldığı gibi yayın durdurma talepli başvuruların yapılması da bir gereklilik haline gelebilir.
C- Seçim Günü ve Sandık Kurulları ile İlgili Tespit ve Öneriler
Demokratik yönetimler, halkın tercihlerine göre kurulurlar. Bu tercihlerin eşitlik ve serbestlik esaslarına uygun şekilde oluşması sağlandıktan sonra oy pusulasına yansıtılması, seçim günü işlemlerine ve bu işlemlerin hakimi olan sandık kurullarına bağlıdır. 298 sayılı Kanun da sandık kurullarının oluşum, görev ve yetkilerine ilişkin ayrıntılı düzenlemeler içermektedir. Ancak son yıllarda yapılan değişiklikler sonucu bu konuda seçim güvenliğini zayıflatan yeni hükümler kabul edilmiş, hatta bu hükümlere uyulmaması bir seçimin iptal kararının gerekçesini oluşturmuştur. Bu sebeple sandık kurullarının hukuka uygun şekilde oluşturulmasının sağlanması oldukça önemlidir.
Seçim günü işlemleri, seçmenlerin iradelerinin sandığa doğru yansıtılmasını sağlayan oylama işlemlerinden il birleştirme tutanaklarının tamamlanmasına kadar gerçekleştirilen tüm işlemleri kapsamaktadır. Sandık kurulları kullanılan oyların geçerliliğine karar verdiğinden ve sonuç tutanaklarını bu kararlara göre hazırladığından, bu kurulların oluşumu mutlak bir önemi haizdir. Kurulların kanuna uygun oluşumunun bir diğer önemi ise YSK’nin 2019 yılında yapılan mahalli idareler seçiminde verdiği iptal kararının temel gerekçesinin ilçe seçim kurulu başkanlarının sandık kurulu başkanlarını kanuna uygun olarak “kamu görevlilerinden” belirlenmemiş olmasına dayandırılmış olmasından kaynaklanmaktadır. Bu konuda 7393 sayılı Kanun hükümleri içinde yer alan “Sandık kuruluna üye bildirme hakkı olan bir parti; oluru olmadan başka bir parti üyesini sandık kurulu üyesi olarak gösteremez” düzenlemesi nasıl uygulanacağı öngörülebilir olmadığından önümüzdeki seçim dönemi bakımından sandık kurulları konusunda önemli bir sorun kaynağı olarak ortaya çıkmaktadır.
Kanunda belirtilen sayıda temsilci belirleyemeyen siyasi partilere temsilci belirlemede ikinci bir olanak tanımaktadır. Ancak ilgili siyasi parti tarafından temsilci olarak bildirilecek (başka partiye üye olan) kişinin “olur” un ne şekilde ve zaman verilebileceği, geri alınıp alınamayacağı, alınacaksa ne zamana kadar, hangi şekilde alınacağına ilişkin açıklık bulunmaması sandık kurulunun oluşumunun kanuna aykırılığına dayanılarak yapılacak şikâyet ve itirazların konusu oluşturabilir.
Kanunda yer alan bu düzenleme ve 2019 yılında verilen iptal kararı karşısında önümüzdeki seçim döneminde YSK tarafından yayımlanan Genelgelerde 7393 sayılı Kanun’la getirilen kuralın nasıl uygulanacağına dair açıklık olmaması halinde mutlaka Kurula başvuru yapılıp konuyla ilgili tüm yönlerin detaylı şekilde Genelge ile düzenlenmesi talep edilmeli; sandık kurullarının oluşumu tamamlandıktan sonra süresi içinde itiraz yoluyla tekrar denetimlerin yapılması sağlanarak sandık kurullarının hukuka uygun oluşturulduğuna ilişkin kesin karar verilmesinin sağlanması sandık kurullarının oluşumunun sonradan bir uyuşmazlık konusu haline getirilmesinin önünü kesecektir.
Sandık kurullarında görev yapacak olan siyasi parti temsilcilerinin ve sandık gözlemciliği yapacak olan avukatların eğitimleri seçim güvenliğinin sağlanması ve korunması bakımından oldukça önemlidir. Bu eğitimlerde hem YSK Genelgelerinin açıklanmasına hem de geçmiş uygulamalara yer verilmelidir.
Ceza evi sandıkları ile seyyar sandıklara ilişkin uygulamaların yakından takip edilmesi kesinlikle ihmal edilmemelidir.
Millet ittifakı bileşenlerinin sandık kurullarının oluşumlarında birbirlerine destek olması yukarıda işaret eden düzenlemeden kaynaklanan bir uyuşmazlığı engelleyecektir.
Seçim günü işlemlere ilişkin mevzuat mutlaka sandık kurul üyeleri tarafından çok iyi bilinmeli ve seçim günü işlemlerine ilişkin tüm şikâyet ve itirazlar sandık defterine işlenmeli ve siyasi parti merkezlerine bunların en hızlı şekilde iletilmesini sağlayan uygulamalar geliştirilmelidir.
Seçim güvenliği çerçevesinde sandık kurullarında azami şekilde gerçekleşmesi hedeflenen bir diğer husus ise tüm sandıklardan ıslak imzalı sonuç tutanaklarının elde edilmesi; torbalar mühürlenmesi, ilçe ve il seçim kurullarına götürülmesi ve muhafaza edilmesi de mutlaka sıkı şekilde takip edilmelidir. Ayrıca sonuç tutanakları hiçbir biçimde daha doldurulmadan imzalanmaması sandık kurulu üyelerine hatırlatılmalıdır.
Birleştirme tutanakları hazırlanıp imzalanmasında mutlaka ilçe seçim kurulu başkanı ile iletişim halinde olunmalıdır. Millet ittifakı ve bileşenleri de birbirleriyle bu konuda bilgi paylaşımında bulunarak sonuç tutanakları ve bunlara dayanılarak hazırlanan ilçe birleştirme tutanaklarının güvenliğini birlikte takip etmelidir. Eldeki verile oy ve ötesi gibi güvenirliği olan sivil toplum kuruluşlarıyla paylaşılarak tutanaklardaki bilgilerin doğruluğu karşılaştırmalı olarak teyit edilmeli ve ciddi sapmaların tespit edilmesi durumunda vakit kaybetmeden gereken başvuruların yapılmalıdır.
Tüm bunların yanında, yukarıdaki bölümde işaret edildiği üzere seçmen kütüklerine ilişkin bilgilerde şeffaflık sağlanamadığından mükerrer oy kullanımı olmamasını güvence altına alınması için parmak mürekkebinin yeniden kullanılması için hâlihazırdaki milletvekilleri tarafından kanun teklifi hazırlanarak TBMM’ye sunulmalıdır. Böyle bir teklifi desteleyecek önemli bir kamuoyu olması karşısında bu teklifin ya da mükerrer oyu engelleyecek başka bir yöntemin yasalaşması zor olmayacaktır.
D- Seçim Yargısına (İtiraz ve Şikâyet Başvuru Yollarına) İlişkin Tespit ve Öneriler
Seçim hukukunun doğasından kaynaklan şekilde seçim uyuşmazlıkları ayrı bir özelliğe sahiptir. İlki şikâyet ve itiraz yollarıyla çözülen uyuşmazlıklarda başvuru ve karar sürelerinin diğer yargılama hukuklarına göre oldukça kısa olmasıdır. Diğeri ise usule aykırılık tespit edilse bile seçimlerin iptal edilerek yenilenmesi kararının, bu aykırılığın seçim sonucuna etkili olup olmadığına bakılarak verilmesidir. Her iki ayrıksı özellik halkın tercihiyle belirlenen yönetme hakkına sahip çoğunluğun, uzun sürede çözülemeyen seçim uyuşmazlığının yaratacağı meşruiyet sorunuyla karşılaşmaması ve aynı zamanda seçimden uzun süre sonra verilecek olası iptal kararı akabinde, o güne kadar yapılmış yürütme ve idare işlemlerin sakatlığından kaynaklanacak sorunun daha büyük bir sorun olarak ortaya çıkmasına dayanmaktadır.
Türkiye’deki seçim uygulamasına bakıldığında çok uzun bir süre boyunca seçim sonrasında yapılan başvurular yetkili ve görevli alt seçim kurulları ve en son aşamada YSK tarafından bu temelde incelenmiş ve karara bağlanmıştır. Ne var ki özelikle 2017 anayasa referandumu ve 2019 mahalli idareler seçimlerinde iki konu bakımından bu içtihattan ayrılmış bir uygulamayla bulunduğunun altını çizmek gerekmektedir.
2017 anayasa referandumu bakımından, hatırlanacağı üzere, oylama devam ederken YSK’ya başvuruda bulunulmuştur. Başvurunun konusunu bazı sandıklarda oy zarflarının veya oy pusulalarının ilçe seçim kurulu ve sandık kurulu mührü ile mühürlenmediği yönünde bilgiler alındığı, ancak söz konusu olayda seçmenin hiçbir kusurunun bulunmadığı, seçmenin iradesinin tam bir şekilde yansıması için sandık kurulları tarafından yapılan bir eksikliğin giderilmesi ve söz konusu oy pusulalarının ve oy zarflarının sandıklar açılmadan ve sayıma geçilmeden önce herhangi bir karışıklığa sebebiyet verilmemesi açısından geçerli sayılıp sayılamayacağı yönünde ivedilikle bir karar verilmesi talebi oluşturmaktaydı. Oysa o dönem yürürlükte olan Kanun hükümleri bu durumda oy pusula ve zarfların geçerli sayılmayacağına ilişkin açık düzenlemeler bulunmaktaydı.
Bu başlık altında değinilmesi gereken bir diğer karar, YSK’nın 2019 mahalli idareler seçimleri sonrası İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçimlerini, ilçe seçim kurulu başkanlarının sandık kurulu başkanlarını kanunda belirtilen niteliği haiz kişilerden oluşturmamış olmalarına dayandırılarak iptal edilen karardır.
Her iki karar hem seçim mevzuatına aykırı olmaları hem de seçim hukukuna ilişkin içtihattan ayrılmaları nedeniyle özellikle incelenmesi gereken kararlardır. Ancak bunun ötesinde her iki kararın ortaya çıkardığı çelişkinin, gelecek seçimlerde seçim güvenliğinin nasıl sağlanacağı konusunda yarattığı belirsizliğe değinmek gerekmektedir. Zira 2017 yılında verilen kararda, “Anayasa ve Uluslararası Sözleşmeler ile koruma altına alınan temel bir hakkın kullanılması sırasında uyulması gereken kurallara aykırı davranılması halinde, somut olayla ilgili olarak yapılacak olan değerlendirmede; hakkın özünün korunması ve normun yorumunun, gerçekleşmesi beklenilen amaçla uyumlu olması gerekir.
Asıl olan temel bir hakkın korunması olup, hakkın kullanılmasına ilişkin belirlenen usul kuralları hakkın güvenli bir şekilde kullanılmasını temin eden araç niteliğindedir. Bireye tanınan hakkın güvenli şekilde kullanıldığının tespit edildiği hallerde, hakkın kullanılmasının korunmasına yönelik bir araç olan usul hükümlerinden birine aykırılığın, hakkın özünü ortadan kaldıracak şekilde yorumlanması mümkün değildir.” tespiti yapılarak usul hükümlerine uyulmamasının seçmenlere yüklenemeyecek bir hata olduğu ve mühürsüz olan oy pusula ve zarfların geçerli sayılmasına karar verilmiş ancak iki yıl sonra “..Seçim hukuku esasen bir şekil hukukudur. Seçim hukukunda kanun hükümlerine sıkı sıkıya bağlılık esastır. Özellikle seçimle ilgili kurulların oluşumunda kanunun emredici hükümlerine uyulması seçim hukukunun temel ilkelerinden birisidir… kanunla getirilen sandık kurulu başkanının belirlenmesine dair şekil şartlarının ihlali, seçimin güvenilirliğini ortadan kaldırmaktadır. Bu sebeple kanuna aykırı şekilde oluşan sandık kurullarının yaptığı seçim iş ve işlemlerine itibar edilmesi mümkün bulunmamaktadır.” İfadeleriyle bir şekil şartına uyulmamış olması bu sefer seçimin iptal edilmesinin gerekçesini oluşturmuştur. Şu durumda seçim mevzuatında şekil şartının mutlak bir iptal sebebi mi yoksa sonucu seçmene yüklenemeyecek bir hata olarak mı kabul edildiği konusu tamamen belirsizdir.
Seçim yargılama hukukunda dikkat edilmesi gereken diğer hususlar ise itiraz ve şikâyet başvuru yollarında somut delillere dayanma zorunluluğu ve bu delillerin itiraz ya da şikâyet eden tarafından başvurulan kurullara somut şekilde sunulması zorunluluğudur. 2019 yılında verilen 4219 sayılı karar, bu zorunluluklara uyulmadan yapılmış bir olağan üstü itiraz üzerine verilmiş olması açısından karara muhalefet şerhi yazan üyelerce eleştirilmiştir.
Seçim yargısı bakımından değinilmesi gereken bir başka husus ise, seçim uyuşmazlıklarının YSK tarafından incelenmesinin hangi üyelerle yapılması gerektiği meselesidir. Zira yedi asıl üyeden oluşan YSK uyuşmazlıklarla ilgili incelemelerini genellikle asıl ve yedek üyeleriyle birlikte toplanarak 11 üye ile yapmaktadır. Kararların YSK üyelerinin sadece asıl üyelerle mi yoksa yedek üyelerle mi alınacağı tartışması esaslı bir anlama sahip değildir. Zira YSK’nın tüm üyeleri yüksek yargıçlardan oluşmaktadır. Asıl ele alınması gereken sorun, siyasi parti temsilcilerine 2010 yılında tanınan YSK’nın toplantılarına katılma hakkının, YSK’nın yargısal işlevlerini yerine getirdikleri toplantılarda bulunma hakkını kapsayıp kapsamadığındadır. 6 Mayıs 2019 tarihinde verilen kararın, ilk olarak, YSK toplantısında bulunan bir siyasi parti temsilcisinin sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımla duyurulması, siyasi parti temsilcilerinin alınan karar üzerindeki etkisinin ne şekilde ve ölçüde olduğu hakkında bir fikir vermektedir. Bu şüphe çeken aceleciliğe karara muhalefet şerhi yazan üyenin satırlarında da görmek mümkündür.
Bu açıklamalar ışığında, seçimlerde görev yapacak tüm görevlilerin seçim yargısına ilişkin usul kurallarına (başvuruda yetki, başvuru süresi ve yazılı başvuru usulü konularına) çok iyi hakim olmaları gerekmektedir. İtiraz yapılmasını gerektiren durumlarda, delillerin toplanması ve başvuruların hızlı şekilde yapılması için koordineli çalışma oldukça etkili olduğundan her siyasal partinin kendi içinde iletişim kanallarını oluşturup Millet İttifakının diğer bileşenleriyle de eş güdümün sağlanması gerekmektedir. Ayrıca aleyhe yapılan itirazın kanuna aykırı olarak kabul edilerek incelenmesi hallerinde zaman kaybetmeden üst kurullara gereken başvurular yapılmalıdır.