Biz bu yola 1958’de girdik; yani çok uzun bir süredir bu yoldayız. Bir dönem eski Cumhurbaşkanı Turgut Özal, ”Bu uzun, ince bir yoldur demişti” demişti. Hakikaten çok uzun, ince bir yol, zor bir yol. 1958’den bu yana biz bu yolda devam ediyoruz. 1963 bu açıdan çok önemli; çünkü Türkiye ortak pazarla ilk ortaklık anlaşmasını o tarihte imzaladı ve bugünkü tartışmaları aslında o zaman Türkiye’de yine yaşıyorlar. Yine siyasiler kaygılı. “Acaba yapsak mı yapmasak mı, imzalasak mı imzalamasak mı?” diye. Dönemin Başbakanı İsmet İnönü’nün önüne anlaşmayı dönemin dışişleri bakanı getiriyor. İsmet İnönü bakıyor ve diyor ki, “Bunu imzalarsak biz de ortak pazara girecek miyiz?”. Dışişleri Bakanı: “Gireceğiz efendim”. “Peki, istediğimiz zaman çıkabilecek miyiz?” “Çıkabiliriz efendim”. “O zaman atıyorum imzayı” diyor İnönü de. Böyle girdik Ortak Pazar yoluna, AB yoluna. İsmet İnönü imzayı attığı zaman bir gün karar verirse Türkiye çıkabiliriz düşüncesiyle.
Baktığımız zaman, 1963’lerden bu yana geçen 42 hükümet Türkiye’de, çağdaşlık projesini destekliyor. Bunu Türk halkı da destekliyor. Türk halkı neden destekliyor? Türk halkının kafasında tek bir şey var. Tabii ki çağdaşlık son derece önemli; ama bunlar gerçek anlamda soyut kavramlar; ama Türk halkı için AB ‘zenginlik’ anlamına geliyor ve onun için halen destekliyor. Arada katma protokoller imzalandı, hedef yolunda AB ile gümrük birliğini sağlayacak anlaşmalar imzalandı; fakat bu anlaşmaları yine siyasi ve ekonomik nedenlerle Türkiye zaman zaman askıya aldı. 1970’lerin ortasından itibaren baktığımızda, Türkiye’de ciddi bir siyasi çalkantı görüyoruz. Bunun getirdiği bazı sıkıntılar da var. Bunun en büyük yansımasını tabii ki AB o zamanki adıyla ‘Ortak Pazar’ hedefimizle görüyoruz.
AB diyor ki, “Burası bir kulüp, bu kulübe girmenin de bazı kuralları var. Bu kuralları eğer yerine getirirseniz, bunlar ekonomik ve siyasi kurallar, siz AB’ye üye olabilirsiniz. İlk aşamada biz bu kuralların en azından tam üyelik müzakerelerini başlatmak için bu kuralları yerine getirdik.
Böylece 3 Ekim 2004’te tam üyelik müzakereleri başladı. Bundan sonra ne olacak? Bugün hâlâ soru geçerli, “Türkiye AB’ye girmeli mi, girmemeli mi?” Bugün hâlâ bu konuyu tartışıyoruz. Bence İnönü’nün sorduğu soruyu kendimize sormamızda yarar var. Biz, AB’ye bu anlaşmayı imzalayarak girdiğimiz zaman ya da bu süreçte devam ettiğimiz zaman, bir gün gelir, hayır biz bu üyeliği istemiyoruz dersek vazgeçebilir miyiz? Evet, vazgeçebiliriz.
Avrupa Komisyonu'nun 17 Nisan'da açıklayacağı Türkiye raporuna ilişkin ayrıntılar belli oldu. Türkiye'ye yönelik eleştirilerin yer alan raporda özellikle hukuk devleti ilkelerinin uygulanmasında gerileme olduğu ve Türkiye'nin AB yolundan uzaklaştığı tespiti yer alıyor.
Mesele aslında Avrupa Birlik üyesi olup olmamaktan ziyade, güzel ülkemizi Avrupa Birliği standartlarında bir ülke haline getirip bu cennet vatanı daha yaşanır bir seviyeye taşımaktadır.
“Çalışmadan, yorulmadan ve üretmeden, rahat yaşamak isteyen toplumlar; evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini daha sonra da istiklal ve istikballerini kaybetmeye mahkûmdurlar.” Mustafa Kemal Atatürk