Kalemim tercümandır dilimin; o bilir hissettiklerimi ve koyu bir mürekkebe bulayarak der diyemediklerimi. “ Aşkın en sağlam sigortası mesafedir” diyerek betimler Enis Batır, Cogito’nun Aşk” sayısına yazdığı önsözünde. Yıllar yılı hasretle beklediği nefese kavuşan bir hücre misalidir aşkı yakına gelince uzaklardan. Unutmayın fotoğraflar, fotoğrafçılarından daha uzun yaşarlar, ondan ötürü yollarla barışmalı ve yalnızlığa alışmalı insan bazen… Böyle durumlarda insanın sözü geçmez, gücü yetmez kendine, bundan ötürü saate bakmaksızın kapısını çalabileceği bir dostu olmalı biz insanların.
Deniz, balık, güzel kadın, sağlıklı çocuklar hepsi bu! İnsan evladının temel arzuları böyle sıralanmış geçmişten bugünümüze. Sizin de istekleriniz bu yönde ise, süresini ve yörüngenizi iyi hesaplayın, bir bakarsınız ne kaldı geriye bunca telaştan dersiniz. Bir tek sevgi olacak bunca yıpranmadan geriye kalan. Tutkularımız, dizginlenemez ihtiraslarımız hiç bitmeyecek ancak sevgi hariç geri kalan hepsi gelip geçici koca bir yalan masalı…
Neyi arıyorsan sen osun “der” Mevlana…
Zulmün peşindeysen zalimsin, aşkı arıyorsan aşık…
Dert etmek demek yanlıştır, esas mesele dert edinme demek lazımdır. Kaygı bir yaşama sorumluluğudur ve aynı zamanda dünyayı umursamaktır. İnsan seçim yapacaktır dönem dönem ve yoklama sonrasında ya yalnızlığı tercih edecektir veya sevgi dolu kudreti. Bazıları ağzına geleni söyleyip rahat uyumayı tercih ederken, bazıları ise geceleri kâbuslar görüp uykusuz görmeyi tercih etmiştir. Gürültü çağımızda kimselerin tercihi değildir dinlemek ve anlamak... tek derdimiz anlaşılmadıkça artan ketumluğumuzdur.
Bazen kalkarım doymak bilmez bir çocuk gibi olurum... Her yemeği tatmak isterim , her çiçeği koklamak isterim... Hâlbuki her akarsu, denize karışıyor sonunda…
Her şeye karşın kendimize sormamız gereken soru şu: Birbirimizi nasıl daha iyi anlayabiliriz. İnsanlar artık yoldan geçen biriyle göz göze gelmenin nasıl bir tehdide dönüşeceğini ve kaza ile gerçekleşen fiziksel temasın nasıl bir saldırı gibi adlandırılıp işlerin çözülmeyecek boyutlara dönüşmeden geçip gitme meselesi içine düşmüştür.
Aynı yoldan yürümek,
Aynı düşünceden düşünmek,
Yandaşlar ile yandaşça yaşamak...
Umurlur ki “Korkuyla Kaplı Tır”a bineriz; görürüz, hissederiz, paylaşırız ve “öte”yi, “öteki”yi yaratan zavallı “kendi”liğimizden kurtulup diğerine uzanmayı bilen “kendi”mizle buluşur, “iç”imize dokunabiliriz. Bilimde, siyasette hukukta duygudan söz etmek genellikle bir yanlışlığa, eksikliğe işaret eder. Zaaf olarak sayılır. Hukuk, bir organ olarak pankreasla ilişki kurmaz, ama beyinle kurar. Fakat bu durum işlerin hangisi duygusal bir bağ kurmadan, kendinizi vermeden hayata geçirebilirsiniz. Mesele aslında eşduyum, o kişinin yerine kendimizi koyabilmemiz, o durumda onun duygu ve düşüncelerini anlamaya çalışmamızdır. Öyle bir duruma geldi ki insanlık, en çok sevdiğimiz insanlar her günkü davranışlarımızdan utanç duysalardı neler hissederdik… Sorunun önemi yeterince ortada olmasına karşın, insanlar yeterince önceliğe sahip olmadıklarından ötürü içten ve üretken bir işbirliği içine girmek istemiyorlar.
Tüm bu meseleler aslında yalnızca sade ama bir o kadar da güç iki eyleme bağlı: Sormak ve dinleyebilmek. Mesele aslında net... Keşke birbirimizi anlayabilseydik!
Hoş geldin Korona…