Kadına sen kimsin diye sorunca, iki çocuğumun anasıyım ya da kocamın karısıyım diyor. İyi de sen kimsin dediğinizde de kendini yine hep edilgen bir vaziyette tanımlamaya alıştırıyor. Bu durumda birey olma yolluna kendini hazırlayan kadınımız artık ben “bireyim “ diyebilmeli. Bu paranoyadan kurtulmalı ve kadının üzerindeki göz, o akbaba gibi, sürekli her hareketi denetleyen, kontrol eden yapıdan sıyrılmalıdır. Bundan kurtulmanın artık bir zamanı geldi; fakat bu noktadan itibaren konuyu sosyolojik bir açıya doğru götürmek istiyorum. Bu gözlem altında, her hareketin denetlenmesi, aslında devletlerin var oluş biçimi de bu değil mi? Paranoyanın gelişmesi son derece doğal. Özgürlük içinde, ben bugün de şöyle bir hareket yapayım demek de mümkün değil; çünkü hemen pat diye bir el, biraz kendini denk al diyor. Demek ki bu denetim ve kontrol zaten devlet ve kurumlarının ana işleyiş felsefesi. O halde üniversitede, sokakta, tarlada biz kendi keyfimize göre hareketler yapamayız. Demek ki devlet nasıl, kelimenin tam karşılığı ‘pan optik’ yani herşeyi gören bir göze sahipse, Üniversite de her şeyi gören bir göze sahip olmalı; çünkü üniversite de devletin bir kurumudur ve istendik, aynı tipte davranışlar yaratmayı amaçlayan bir kurumdur. O zaman ben de soruyorum, zaten küçüklüğümüzden beri gelen pek çok konudaki hareket kısıtlılığı ve istendik davranışlar gösterme bize dönük gözetim ve denetimler, üniversitede de devam ediyorsa, üniversite eğitiminin bundan önceki veya toplum içinde bundan sonra yaşayacağımız gözetleniyorum, denetleniyorum paronayısndan ne gibi farkı var. Peki, o zaman üniversite bizi ne yapacak? Özgür bırakırsa adı kargaşa olacak. Ne yapacak şimdi?
Birey artık farklı gözlerle bakmayı ve bazı şeyleri görmeyi, farklı algılamayı öğrenmeli. Bazı şeyleri duymayı ve algılamayı, düşünmeyi, mücadele etmeyi öğrenmeli. Kendini güven altına alabilmenin birinci yolu mücadeleye başlamaktır ve bu mücadeleye bir yerden başlamalı.
Konumuza bir de farklı bir bakış açısı ile bakalım “Mitolojik açıdan baktığımız vakit genelde Anadolu, Eski Yunan, Eski Roma kültürlerine baktığımızda, insan bilinçlenmediği oranda karanlığa düşüyor, karanlığa düştüğü oranla “tanrılar “yaratmaya başlıyor. Korkularını dengeleyebilecek tanrılar yaratmaya başlıyor. Bu nedenle de ne zaman korksa yaratmış olduğu mitolojik tanrılarına sığınıyor, tanrılar da onları en çaresiz anlarında gelip kurtarıveriyor. Kadınlar da daha fazla korkutuldukları, daha fazla baskı altında tutuldukları, daha fazla karanlıkta bırakıldıkları için, acaba tanrılar yaratarak mı hayat mücadelesine giriyorlar? Durum bu iken, erkek egemen dünyada, erkek tanrılar mı yaratıyorlar? Bana kalırsa yaratıyorlar. Babasına tapmaya başlıyor, babası ne derse onu mutlaka yapmak, hem de korkarak yapmak durumunda kalıyorlar. Ağabeyi de bu anlamda ‘lesser god’ ama o da bir tanrı. Şu halde, tabi bu erkek tanrılar arasında kadınlar üniversiteye nasıl sıyrılıp giriyorlar? Üniversitede, bilimin aydınlanmasıyla acaba bu tanrıları dengeleyebilirler mi; yoksa bu tanrılar zaten evlenene kadar, evlendikten sonra, ayrı bir tanrı geliyor biliyorsunuz ‘kocalar’, bunların egemenliği altında yollarına devam mı ediyorlar. Üniversite süreci, aydınlanma dönemi dediğimiz o süreç acaba yaratılan bu fantezi ürünü tanrıların dengelenmesinde bir bilinç kazandırıyor mu, kazandırmıyor mu?