Cumhuriyet, yalnızca bir yönetim biçimi değil; halkın kendi kaderini belirleme iradesinin somutlaştığı, eşit yurttaşlık ilkesinin üzerine kurulan bir uygarlık atılımıdır. 29 Ekim 1923’te ilan edilen Cumhuriyet, Osmanlı'nın tebaasını yurttaş yapan, halkın yönetimde söz sahibi olduğu, akla ve bilime dayalı bir rejimi hedeflemiştir. Saltanatın ve hilafetin sona erdirilmesiyle birlikte, artık bir zümrenin değil, halkın egemenliğini esas alan bir siyasal ve toplumsal düzen kurulmuştur. Ancak bu düzenin yaşaması ve gelişmesi, yalnızca siyasal reformlarla değil; hukuk alanında yapılan köklü değişikliklerle de mümkün olmuştur.
Hukuk Devrimi: Eşit Yurttaşlığın Zeminini Oluşturmak
Cumhuriyet'in ilk yıllarında gerçekleştirilen devrimlerin en kalıcı ve dönüştürücü olanı şüphesiz Hukuk Devrimidir. Çünkü hukuk, yalnızca yargılama usulü değil; aynı zamanda toplumun nasıl bir yaşam süreceğini, hangi haklara sahip olacağını ve hangi sınırlar içinde hareket edeceğini belirleyen bir sistemdir. 1926 yılında yürürlüğe giren Türk Medeni Kanunu, bireylerin haklarını laik, eşit ve çağdaş esaslara dayandırarak devrimci bir dönüşüm yaratmıştır. Kadın-erkek eşitliğinin hukuksal zemini bu kanunla atılmış, kadınların boşanma, miras, velayet gibi konularda erkeklerle eşit haklara sahip olması sağlanmıştır.
Şer’i Hukuktan Laik Hukuka Geçiş
Hukuk Devrimi'nin en önemli yönlerinden biri, Osmanlı döneminde geçerli olan şer’i hukuk sisteminden kopuş ve yerine modern, laik bir hukuk düzeninin inşa edilmesidir. Bu yalnızca bir sistem değişikliği değil, aynı zamanda egemenliğin kaynağını “gökyüzünden yere” indiren tarihsel bir kopuştur. Şeyhülislamın fetvalarına dayalı yargı düzeni yerine, kanunla belirlenen eşit haklara dayalı bir adalet sistemi getirilmiştir. Bu sistemde kişi, kimliğinden, inancından, mezhebinden ya da cinsiyetinden dolayı değil; yasa önünde eşit birey olduğu için hak sahibidir.
Medeni Kanun’un Kadınlar İçin Anlamı
Cumhuriyet’in ve Hukuk Devrimi’nin belki de en çarpıcı boyutu, kadınlara tanınan haklar olmuştur. Türk Medeni Kanunu, aile hukukundan mülkiyet haklarına kadar kadının kamusal hayata katılımını kolaylaştırmış, kadınlara özgürlük ve eşitlik getirmiştir. Bu, dönemin sadece Türkiye’si için değil, dünya ölçeğinde de oldukça ilerici bir adımdı. Bu sayede Türk kadını, pek çok Avrupa ülkesinden önce seçme ve seçilme hakkına sahip olmuş, toplumsal dönüşümün öznesi haline gelmiştir.
Hukuk, Bir Ulusun Aklıdır
Atatürk, “Hâkimiyet bila kaydü şart milletindir” derken, bu iradenin sadece siyasal temsille değil, hukukun üstünlüğüyle anlam kazanacağını da çok iyi biliyordu. Bu yüzden hukuk devrimi, sadece mahkemelerde değil; okullarda, ailede, günlük yaşamda, insan ilişkilerinde ve zihniyette bir dönüşüm hedeflemiştir. Yasaların herkese eşit uygulanması, kamu görevlilerinin denetlenebilir olması, hak arama özgürlüğünün güvenceye alınması, çağdaş bir hukuk devletinin en temel unsurlarıdır.
Bugün Ne Kadar Hukuk Devletiyiz?
Cumhuriyetin ikinci yüzyılına girdiğimiz bugünlerde, hukuk devriminin kazanımları ciddi tehditlerle karşı karşıyadır. Hukukun siyasallaşması, mahkemelerin tarafsızlığını yitirmesi, yargı bağımsızlığına yönelik müdahaleler ve temel hakların ihlali, sadece bireysel mağduriyetlere değil; rejimin ruhuna da zarar vermektedir. Oysa Cumhuriyet’in özü, keyfiliği değil; kuralı, ayrıcalığı değil; eşitliği, itaat değil; eleştiri ve hak arama hakkını esas alır.
Sonuç olarak; Cumhuriyet ve Hukuk, Birbirinin Teminatıdır
Cumhuriyet, sadece bir anayasa metni ya da kurumlar bütünü değildir. Onu yaşatan, hukuk sistemidir. Hukuk ise sadece metinlerden değil, toplumun hak bilincinden, adalet duygusundan ve siyasal iktidarın hukuka saygısından beslenir. Bu nedenle Cumhuriyet’in kazanımlarını korumak, hukuku savunmaktan geçer. Hukuku savunmak ise; her bireyin eşit, özgür ve onurlu bir yaşam sürmesini mümkün kılar.
Cumhuriyet’i yaşatmak istiyorsak; hukuku korumalı, laikliği sahiplenmeli ve her yurttaş için eşitliği savunmalıyız.