Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında basın hürdür ve sansür edilemez ifadesi 28. maddede yer almıştır. Anayasal ve uluslararası sözleşmelerle de Türkiye Cumhuriyeti’ne basın hürriyetinin tesis edilmesi ve korunması için görev ve yetki tanınmıştır. Basın özgürlüğünün sağlanması için her türlü önlem alma görevi devlete verilmiş olduğundan gazetecilerin haber yapma özgürlükleri ve vatandaşların bilgiye erişim haklarının tesisi için basın-yayın hakkı özel korumaya alınmalıdır.
Bunun için kullanılacak en temel yöntem ise, gazetecilerin haber yapabilmesi için uygun koşulların sağlanmasıdır.
Basın özgürlüğü konusunda araştırmalar yapan ABD merkezli düşünce kuruluşu Freedom House verilerine göre basın özgürlüğünde en hızlı düşüş yaşayan üçüncü ülke olan ve Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (RSF) verilerine göre 2019 yılı Dünya Basın Özgürlüğü Endeksinde 180 ülke içinde 157. sırada bulunan Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratikleşmesi için devletin girişimlerde bulunması ve koruyucu tedbirler alması gerekmektedir.
Ülkemizin içinde bulunduğu bu kötü durumdan kurtarmak ve Anayasal ilkelerle koruma altına alınan “Basın hürdür sansür edilemez” temel ilkesinin gerçekleştirilmesi için öncelikle gazetecilerin üzerindeki sosyal ve siyasal baskıların kaldırılması gerekmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile Avrupa Sosyal Şartı’nda yer alan hükümlerle koruma altına alınan ve temel insan hakkı olarak kabul edilen basın ve yayın hakkının korunması için ülkemize yükümlülükler verilmiştir.
Bu sebeple basın mensuplarının meslekleri ile ilgili yapılan yargılamalarda tutuksuz yargılanması ve basın mensuplarının her türlü dış tehditten korunması gerektiği açıktır.
Ancak mevzuat sistemi söz konusu tedbirleri almaktan uzak ve hatta bu tedbirlerin alınmasını engelleyici niteliktedir. Bu tedbirlerin alınması için devletin basın özgürlüğü ve bireylerin haber alma özgürlüğü ile devletin tüzel kişilik hakları karşılaştırıldığında devletin bireysel özgürlüklerden yana tavır alması haliyle devletin demokratik devlet yapısına sahip olduğu kabul edilebilir.
Anayasa’nın Cumhuriyetin temel nitelikleri kenar başlıklı m.2’de devletin demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti olduğu belirtilmiştir.
Anayasa’nın düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti kenar başlıklı 26. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir” ifadesi ise salt habere ilişkin bir önlem olup haberciye ilişkin bir sınırlama değildir.
Kaldı ki, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi m.10’da anılan “Herkes görüşlerini açıklama ve anlatma özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir” hükmü ile de açıklığa kavuşturulmuştur.
Anayasanın milletlerarası anlaşmaları uygun bulma kenar başlıklı m. 90’da yer alan “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır” hükmü bir arada değerlendirildiğinde Anayasa m.26’da yer alan söze konu sınırlamanın metinden çıkartılması gerekmektedir.
Devlet mekanizmasının elindeki karar alma, uygulama ve yargılama yetkileri devlet mekanizmasındaki bazı kişilerce kasıtlı olarak ya da siyasal baskılarla kötüye kullanılması sonucu basın sansür edilemez ilkesi defalarca çiğnenmiş ve haber alma hürriyeti hakkının özüne dokunulmuştur.
Basın özgürlüğü denilince gerek elektronik ortam kullanılarak gerek basılı medya veya görsel basın vasıtasıyla (gazete, dergi, radyo, televizyon, internet vb.) görüş ve düşüncelerini açıklayabilme ve yayma hakkı olduğunu belirtmek gerekir. Bu kapsamda devlet mekanizmasının elindeki karar alma, uygulama ve yargılama yetkileri; devlet mekanizmasındaki bazı kişilerce kasıtlı olarak ya da siyasal baskılarla kötüye kullanılması sonucu defalarca çiğnenmiş ve bireylerin de haber alma özgürlüğü hakkının özüne dokunulmuştur.
Gazeteciler yaptığı haberler dolayısıyla def'aten tutuklanmış ve kimi zaman hüküm giymiştir. Tutuklu yargılanmaları ise gazetecilerin mesleklerini yapabilmelerini engellemiştir. Bu, devletlerin demokratik olma ya da demokratik olmama noktasında en önemli kriterdir ve devlet gücünün, devlet otoritesince hovarda kullanımından başka bir tutum değildir.
George Orwel’in de dediği gibi gazetecilik, “birilerinin yayınlanmasını istemediği haberleri yazmaktır, gerisi halkla ilişkilerdir.” Bu sebeple basın hür kalmalı ve sansür edilmemelidir.
Gazetecilere mesleki faaliyetleri dolayısıyla yapılan yargılamada yargılama süresince getirilecek olan tutuksuz yargılanma, hukuki dokunulmazlık olarak algılanmamalıdır. Bu yargılama herhangi bir prosedüre bağlanmamıştır. Gazetecilerin mesleki faaliyetleri sırasında nefret söylemi, hakaret, yalan haber, devlet sırlarını ifşa, casusluk gibi eylemler haber içeriğinde olan olaylar ise; yargılama sonucunda kişiler hüküm alabilmektedir. İfade özgürlüğü kavramı, masumiyet karinesinin en hassas uygulanması gereken olgu olmalıdır. Öyle ki; Voltaire “Senin düşüncelerine katılmıyorum ama düşünceni özgürce ifade edebilmen için canımı bile verebilirim” ifade özgürlüğünün dokunulmaz olduğunu ifade etmiştir.
Türkiye’nin demokratikleşme sürecinde basın özgürlüğü başı çekmeli ve düşüncenin serbestçe ifade edilebilmesi sağlanmalıdır.
Gazetecilik, görülmeyeni göstermektir. Öyle ki; uluslararası basına kapalı bölgeler olan Kuzey Kore, Tibet, Çeçenistan, Papua, Birmanya gibi bölgelerde nelerin yaşandığı bilinmemektedir. İnsanlık ortak mirası ve insanlık ortak onuru bakımından basın bizlere gerçeği aktaran aracıdır. Kaldı ki uluslararası basına açık olan savaş alanlarında dahi bunu bizlere anlatan gene gazetecilerin yapmış olduğu haberlerdir. Bu bölgelerde basın yayın hakkının kullanılmış olması insan haklarının korunması için teminattır. Basın yayın hakkının kullanılması, temel insan haklarının uluslararası güvencesidir.
Demokratikleşme ideasında olan devletlerde demokrasiyi ortadan kaldırmaya çalışan gruplar hiç bir zaman basın mensupları olmamıştır. Basın mensuplarının; milletvekili kavramını oluşturan yasama dokunulmazlığı ve yasama sorumsuzluğu, bir diğer anlatımla kürsü dokunulmazlığına sahip olması ile ancak özgür basın olgusunu oluşturabilecektir. Bireylerin kafasındaki şablon ve algılara göre davranış modeli geliştirilmektense genel ilkeler etrafında toplanmak daha meşru ve demokratik olacaktır. Algı yönetimi ve taraf algısı yaratmak basın mensuplarının etrafında toplandığı özgürlük ve bağımsızlığa, tarafsız haber anlayışına, ifade hürriyetine uygun düşmeyecektir. Ancak gazetecilerin siyasal aktörlerce sansürlenmesi ya da siyasal faktörlerce sansürleneceği fikri içine işleyen gazetecilerin oto-sansüre sebep olması ise; temel hak olan düşünceyi yayma hürriyeti ve habere ulaşma özgürlüğünün kısıtlanmasıdır. Öyle ki basın yayın hakkı temel hak olarak koruma altına alınmışken ve bu hakkı koruma görevi devlete verilmişken ülkemizdeki uygulama ne yazık ki tam tersine bir hal almıştır. Koruma görevinden çok öte, basın yayın hakkına en çok zarar veren “devlet otoritesi “olmuştur.
Basın mensuplarının tutuklu yargılanması kavramı sansür ile eşdeğerdedir. Sansür ya da tutuklu yargılama; ifade özgürlüğüne tahammülün olmamasının tezahür etmesi durumudur. Suç olgusunun karşısında cezai müeyyide var iken, haber yapma iddiasıyla mukim olan kişileri tutuklamak düşünceyi yayma hürriyeti ile bağdaşmamaktadır. Basın mensubu kişilerin tutuklu yargılanması olgusu masumiyet karinesine verilen büyük zarar, ifade özgürlüğü ile haber alma hürriyetinin önünde büyük engeldir.