Milli Eğitim Bakanlığı tarafından düzenlenen, “19’uncu Milli Eğitim Şurası” 3 gün süren çalışmalarını tamamlanmış. Ve “Osmanlıca” bütün liselerin öğretim programlarında zorunlu ders olarak yer alması önerisi oy çokluğuyla kabul edilmiş.
Birilerinin “dirilteceğini” iddia ettiği ve meydanlarda “Padişah” pankartları ile karşılanarak neredeyse saltanattı devam ettireceğini ilan ederek saraylar yaptırmaya başlamışlar.
Osmanlıyı diriltmek ne miting alanlarında “Padişah ...” pankartları açtırmaktan, ne de “Osmanlıca” okutmaktan geçmez
Osmanlı’yı diriltmek “ufak tefek yolsuzlukları” vaka-i adiyeden sayarak, “bunların hepsi yalandır diyemem” diyerek hak gaspını seyretmekten geçmez. Tüyü bitmemiş yetimin hakkının davacısı olmaktan geçer...
Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu, birilerinin Osmanlı’dan, başörtüden, dinden bahsedildiği zaman kırmızı görmüş boğa gibi saldırıya geçtiğini belirterek,“Osmanlı bizim ecdadımız. Osmanlı bizim dedelerimiz. Biz dedelerimizle gurur duyuyoruz. Harf inkılabı ile koparılmış olan köprünün yeniden kurulmasını istiyoruz” diyor.
Sanki Cumhuriyet bir gecede her şeyi altüst etti, Sanki herkes Osmanlıcayı seller sular gibi okuyorlardı, cahil kaldılar. Oysa ki Cumhuriyet ilan edildiğinde Osmanlı alfabesiyle okur yazarlık oranı yüzde birdi. Onlarında çoğunluğu saray , çevresi ve askerlerdi.
O zaman Osmanlıya bakalım; Objektif Batılı gözlemciler, Osmanlı ‘Yönetim Kurumu’nun, neredeyse tamamen devşirme- Batı kökenli unsurların elinde, köle-aile şeklinde kurumlaştırıldığı’ konusunda hemfikirdirler. “İslamiyet-din kurumunun ise eğitim ve yargı alanlarını elinde tutan, Türk(+leşmiş)-İslam(+laşmış) devşirmelerin elinde bulunduğunu vurgularlar.
Türk kökenli tebaa, istikam gibi geri hizmetlere alınıyor, üçüncü dereceden önemi olan tüm angarya işler onlara yükleniyordu.
Devşirme gençler alınıyor, bunlardan bir bölümü, Enderun mektebindeki eğitimlerinden sonra, asker veya yönetici olarak, sarayda ve memleketin çeşitli eyaletlerinde yüksek idareci olarak görev yapıyorlardı.
Padişahların, Sırp, Hırvat, Rus, Çerkez, Bizans gibi unsurlarla evlilikleri, Türklük ruhunu büyük ölçüde kaybetmelerine ve sarayın yeni devşirme sakinlerinin Türklüğe ve Türkmen’e hakaret içeren konuşmalarına sessiz kalmalarına neden oluyordu.
Türk dili yerine Fars ve Arapça kırması olan Osmanlıca, başta saray mensupları olmak üzere tüm idari-örfi ve şer-i kurumların konuşma ve yazma dili olmuştu. Halk Osmanlıyı, Osmanlı da halkın dilini anlamıyordu
Devşirme takımı tıpkı bugün olduğu gibi Osmanlı döneminde de kendilerini kanıtlamak, dini bütün bir Müslüman olduğuna inandırmak için bin bir çareye başvurmaktan helak oluyorlardı. Bu durum, dönmelerin geleneksel karakteridir.
Goethe, “eyleme geçmiş cehaletten daha korkunç bir şey yoktur” demişti
Erdoğan ve şürekası idealize ettikleri Osmanlı’yı her fırsatta övüyorlar. Osmanlı’yı bilmiyor. Hiçbir bilimsel temeli olmayan bir hayal içindeler. Baksanıza, Osmanlıcayı liselerde zorunlu dil dersi olarak okul müfredatına sokacaklar. Öyle ya…
Sanıyorlar ki, Türkiye bir günde Osmanlıcayı bırakıp Latin Alfabesi’ne geçti!
Osmanlıcanın ders olarak Orta öğretimde okutulması düşüncesi, karma eğitimin kaldırılması vb. tekliflerle düşünüldüğünde hiç de iyi niyetli bir düşünce gibi görünmemektedir.
Bununla, zaten parça parça olan tevhid-i tedrisata en büyük darbenin vurulmak istendiği aşikârdır. Bunun ileride kullanmakta olduğumuz Latin harflerinin bırakılarak yeniden Arap harflerine dönülmesi taleplerini getireceğini görmek için müneccim olmayı gerektirmiyor.