Platon, “Devlet” adlı kitabında şu sözleri ile demokrasiye şu tarihsel eleştiriyi getirmişti:
“Demokrasinin esas prensibi, halkın egemenliğidir. Ancak toplumun kendini yönetecekleri iyi seçebilmesi için yetişkin ve iyi eğitim görmüş olması şarttır. Eğer bu sağlanamazsa demokrasi, otokrasiye, tek bir kişinin mutlak, sınırsız biçimde iktidarı elinde tuttuğu bir siyasal sisteme evrilir. Halk övülmeyi sever. Onun için güzel sözlü halk-avcıları (demogoglar) yetersiz de olsalar başa geçebilirler. Oy toplamasını bilen herkesin, devleti idare edebileceği de sanılır. Demokrasi bir eğitim işidir. Eğitimsiz kitlelerle demokrasiye geçilirse, oligarşi, az sayıda kişinin iktidarı elinde bulundurduğu düzen oluşur. Sürdürülürse demogoglar türer. Demogoglardan da diktatörler çıkar.”
Görülüyor ki, bir birey iyi bir eğitim almamışsa bir bir halk-avcısını siyasi mekanizmanın içerisine katıp devlet aygıtını keyfince yönetmesine neden olabiliyor. Yetkinlik ve liyakatten yoksun bir zümrenin elinde devlet, devlet olmaktan millet, millet olmaktan uzak bir noktaya doğru sürüklenebiliyor.
Bir toplum genellikle farklı etnik gruplardan, kültürlerden ve inançlardan oluşur. Bir devletin sadece bir din temelinde yönetilmeye çalışılması, bu çeşitliliği görmezden gelerek bazı grupların dışlanmasına veya baskı altına alınmasına neden olabilir.
Sadece bir dinin veya inancın yönetici değeri haline getirilmesi, diğer inançları veya dinsel olmayan düşünceleri baskı altına alabilir. Bu durum, eşitsizlik ve ayrımcılık yaratma riskini taşır.
Çağdaş devletlerde hukukun üstünlüğü ilkesi temel bir prensiptir. Ancak din temelinde yönetim, dini yasaların ve hükümlerin devlet yasalarının önüne geçmesine neden olabilir, bu da hukuki güvenceleri zayıflatabilir.
Dini normlar ve hükümler, kişisel özgürlükleri sınırlar. Bireylerin yaşam tarzlarına, inançlarına ve düşüncelerine müdahale edebilir.
Dine dayalı politikalar, ekonomik ve sosyal kalkınmayı sınırlar. Çünkü din bazlı politikalar, rasyonel ekonomik ve sosyal kararların önüne geçebilir.
Din temelinde yönetim, dış ilişkilerde anlayış ve işbirliği sağlamada zorluklara yol açar. Farklı dinlere ve inançlara sahip ülkeler arasında gerilimlere neden olabilir.
Farklı dinlere veya mezheplere sahip topluluklar arasında gerilimler artabilir. Din temelinde yönetim, bu gerilimleri daha da artırabilir.
Bilim ve teknoloji alanındaki gelişmeler, çağdaş toplumların temelini oluşturur. Din temelinde yönetim, bilimsel çalışmalara ve teknolojik ilerlemelere engel olabilir.
Bir devleti çağdaş değerlerle değil de, dinle yönetmeye kalkıştığınızda sayılan tüm bu olasılık dizisinin yaşanmaya başladığını, işlerin tümüyle arapsaçına döndüğünü görebiliyorsunuz.
Üstüne üstlük, bir toplumun bir milletin dini temele dayalı bir yapıya dönüştürülmesi üzerine kurulu gerçekleştirilen planlı göç dalgalarıyla ülke tam bir keşmekeşin içine sokulmuştur.
Düzensiz dış göç alımı, göçü alan ülkeyi bir dizi sosyal, ekonomik, siyasi ve insani zorlukla karşı karşıya bırakmaktadır.
Düzensiz dış göç alımı, ekonomik yükleri artırabilir. Göç eden kişiler genellikle düşük gelirli veya vasıfsız işçiler olabilir ve bu, düşük ücretli işlerin rekabetini artırarak yerel işgücü için ekonomik baskılar yaratabilir.
Düzensiz dış göç, kültürel, dil ve toplumsal farklılıkları artırabilir. Bu, yerel topluluklar ve göç edenler arasında sosyal uyum zorluklarına yol açabilir.
Göç edenlerin sayısı çok fazla olduğunda, işsizlik oranları artabilir. Aynı zamanda konut, sağlık hizmetleri, eğitim gibi temel kaynaklar da sınırlı hale gelebilir.
Düzensiz göç edenlerin yasal statüsü belirsiz olabilir. Bu durum, hukuki sorunlar, insan hakları ihlalleri ve güvencesizlik riskini artırabilir.
Göç edenlerin sağlık ve eğitim ihtiyaçları artabilir. Bu, sağlık ve eğitim sistemlerinde yükü artırabilir ve mevcut kaynakları sıkıştırabilir.
Göç edenlerin varlığı, siyasi gerilimlere neden olabilir. Göçmen karşıtı duygular veya toplumsal çatışmalar artabilir.
Düzensiz göç, güvenlik riskleri oluşturabilir. Organize suç örgütleri, kaçakçılar ve insan ticareti gibi illegal faaliyetler bu tür göçlerle ilişkilendirilebilir.
Göç edenlerin uyumlanmaları zor olabilir. Dil, kültür ve toplumsal normlara uyum sağlamak zaman alabilir.
Göç edenlerin sosyal hizmetlere ve yardım programlarına ihtiyaç duyması, toplumsal destek sistemlerini zorlayabilir.
Rasyonellikten uzak bu anlayış, gerek bu ülkenin gerçek sahibi olan milletimizi, gerek bu göç dalgasıyla ülkemize gelen göçmenler arasında gerilimlerin içerisine sürüklemektedir.
Büyük bir toplumsal bunalıma girmiş olan ülkemizi bu durumdan çıkarmak, yeniden toplumsal huzur ve refaha kavuşturmak, ancak çağdaş yönetim anlayışı ve sağduyulu yöneticiler sayesinde gerçekleşebilir.
Toplumun bu çözülme döneminden çıkması, karmaşıklık ve çatışma durumundan sıyrılması ancak bütünleşmeyle gerçekleşebilir. Bu da bireycilikten çıkmak, kolektif aklın gereklerini yerine getirmekle mümkündür.
Kolektif akıl, bize gereksinimimiz olan bütünlüğü ve dengeyi sağlayacaktır.
Yıkıma uğrayan tüm değerlerimiz yeniden ayağa kaldırılmalı, hatta değerin üzerine değer katılmalıdır.
“1923 Türkiyesi”nin yapılanma öngörü ve modelleri baz alınarak çağın çok üzerinde, “muasır medeniyetlerin” çok üzerinde bir yapılanma gerçekleştirilmelidir.
Bizi ancak biz ayağa kaldırabiliriz. Muhtaç olduğumuz kudrete sahip bir ülkeyiz. Bu gücü yeniden fark etmek, üstelik geçmişe nazaran birçok olanağa sahip olduğumuzu bilerek bu yapılanmayı başarabiliriz.
Ancak, egoizmden uzak, bencillikten uzak, siyasi çıkar hesaplarından arınmış bir güven bize bunu getirebilir.
Ülkemizde tüm bu çelişkilerin üzerinden gelmek, toplumun geleceğini daha sürdürülebilir bir yöne çevirmek mümkündür.
Eski değerlerin yeni sentezlerle buluştuğu bu Yeniden Entegrasyon döneminde toplumsal huzur, istikrar ve bireysel özgürlükleri dengeleyen bir yapıyı kurmak için uzlaşı ve anlayış içerisinde bulunmak, ülkemizi mutlu insanların yaşadığı, inanç ve tercihlerimizden ötürü kınanmadığımız, düşüncelerimizi özgürce bir fikir alışverişi içinde geçirdiğimiz, kazandıklarımızı hakça paylaşıp insanca yaşadığımız bir yurt, bir vatan konumuna getirecektir.
Cumhuriyet rejiminin Türkiye'si, ikinci yüzyılın ikinci yılında Kuvayi-Milliye ruhuyla, Atatürk’ün devrimci anlayışından hareketle bu çağa uygun bir yönetim anlayışıyla birlikte yeniden yükselişe geçecektir. Çünkü çağın gereği, budur…