Vakti zamanında bir sufi yolda karşısına çıkan bir atlıyı durdu.
Aynı yöne gidiyorsak beni de yanına alır mısın diye sordu.
Atlı sufinin gideceği şehri öğrenince tamam senin köyünden geçeceğim gelebilirsin dedi.
Bunun üzerine sufi atlının arkasına atladı ve düştüler yola.
Atlı öylesine hızlıydı ki tozu dumana katarak dört nala uçarcasına gidiyordu.
Bir süre sonra dinlenmek istediğini söyledi sufi,
Şurada biraz duralım ağacın altında bekleyelim dedi.
Sufi ağacın altına oturup gözlerine kapadı,
Tefekkür halinde bir süre bekledi, sonra hadi gidelim dedi.
Sufiyle atlı tekrar düştüler yola, sufi köyüne gelince attan indi.
Atlı dayanamayıp sordu.
Ağacın altında neden beklediniz, çok merak ettim?
Sufi atlıya cevap verdi.
Uçar gibi öyle hızlı yol aldık ki ruhlarımız geride kaldı.
Bende bu yüzden oturup bekledim.
Bizimde ruhlarımız geride mi kaldı, yoksa atlı gibi önde mi gidiyor?
Atlımıyız yoksa sufi mi?
Acaba biz hangisi olmak isterdik.
Ben sufi olmak isterdim.
Ruhumla beraber olmak anda kalmak isterdim.
Bunu yapıyor muyum? Yapıyor muyuz?
Tabi ki çoğumuzun cevabı hayırdır.
Arkadaşlıkları, dostlukları, eşyaları çok çabuk harcıyoruz.
San ki bir yerlere, bir şeylere yetişecek gibi, geç kalmışız gibi acele ediyoruz.
Anda kalmayı anı yaşamayı mutlu olmayı, eğlenmeyi erteliyoruz.
Ya geçmişte ki yaptığımız yanlışları, hataları düşünüp üzülüyor, ya da geleceğin kaygısıyla, korkusuyla hayatı çok çabuk tüketiyor, ruhsuzlaşıyoruz.
Acele edip gideceğimiz yer kara toprak, sanırım farkın da değiliz.
Dün yaşandı bitti, geleceği merak etme o daha yaşanmadı.
AN’da KAL, AN’I YAŞA ve MUTLU OL.