Değerli Okurlarım genel yazın tarzımı bilirler. Genellikle “düşünce yazıları” olarak adlandırdığım, insana, hayata, yaşadığımız dünyaya ve varoluşa dair yazılardır bunlar. Okurken düşündüren, düşündürdükçe de bireysel hata paylarını buldurtan tarzdandır.
Bugünkü yazımın ana konusu 1-2 Haziran 2024’te gerçekleşecek olan Atatürkçü Düşünce Derneği seçimleri.
ADD’ye değinirken öncelikle hem derneğin amaçlarından ve kurucu başkanı Muammer Aksoy’dan bahsetmek yerinde olacaktır.
19 Mayıs 1989 yılında kurulan derneğin kuruluş nedeni Kurucular Kurulu’nca şu şekilde açıklanır:
“Atatürk'ün bedensel varlığının artık aramızda bulunmamasından cesaret alan içteki ve dıştaki kimi olumsuz güçler, O'nun yeni Türk Devletini yaratma doğrultusunda ilk adımı attığı 19 Mayıs 1919'un üzerinden tam 70 yılın geçtiği bu günlerde, Atatürk devrim ve ilkelerine karşı, açık ya da kapalı saldırılarını doruğa ulaştırmış bulunmaktadır. Bundan daha kötüsü, plânlı ve sinsi bir çalışma ile o devrim ve ilkeleri gelecekte yok etmek çabası içindeler.
Oysa Atatürk; Sadece "bağımsızlığı tümüyle tehlikeye düşmüş Türk Ulusunu ve yurdunu emperyalist güçlerin işgalinden kurtaran bir büyük asker" değildir.
O, bunun çok daha ötesinde, örneğin siyasal, kültürel ve ekonomik alanlar başta olmak üzere, her alanda bağımsızlığımızı yok edici ya da kısıtlayıcı olumsuz bağları koparan;
Ulusal egemenliği gerçekleştirerek Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran; Kişisel inançlara dokunmayarak, toplumumuzu Ortaçağ zihniyetinden ve şeriattan kaynaklanan "nakil"e dayalı kurum ve kurallardan kurtarıp, sürekli biçimde çağdaş ve uygar bir ulus olmanın ve böyle kalmanın yollarını gösteren, "akıl"a dayalı lâik düşünce, lâik hukuk ve lâik öğretim sistemlerini toplum yaşamında egemen kılan;
Tüm özgürlüklerin ve insan haklarının sosyal Hukuk Devletinin ve çoğulcu demokrasinin yolunu açan;
Yüzyıllarca ikinci sınıf insan durumuna düşürülmüş Türk kadınını gerçek yerine yükseltip, eşit haklara ve eşit onura sahip insan ve yurttaş yaparak yapay eşitsizlikleri kaldıran;
İçten ve dıştan kaynaklanan her tür sömürüye karşı çıkarak, halkın yalnız siyasal değil, ekonomik ve sosyal alanda da gerçek efendi durumuna gelmesini ve tüm yurttaşların gönencini devletin varlık nedeni ve amacı sayan;
Ulusal ekonominin girişimcilerin keyfine, yalnız kâr ve rekabet mekanizmasına göre başıboş biçimde işlemesine değil, toplumun ve tüm yurttaşların gereksinimlerini karşılayacak biçimde devlet tarafından yönlendirilmesini ilke olarak benimsemiş ve benimsetmiş olan;
Yurdumuzun yeraltı ve yerüstü zenginliklerinden, Türkiye halkının yararlanmasını benimseyen ve kabul ettiren;
Misak-ı Millî sınırları içinde "Türk'üm" diyen herkesin Türk olduğu ölçütünü getirerek, ırkçılığı reddedip; yapıcı, olumlu ve çağdaş Türk Ulusalcılığını yaratarak, onu devletimizin temel ilkelerinden biri yapan;
Her yurttaşın eğitimden, bilimden ve sanattan payını almasını, "fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür kuşakların yetiştirilmesini devletin başta gelen görevi yapan;
Kültür emperyalizminden kurtulabilmemiz ve eğitimin yaygınlaştırılabilmesi için yeni Türk harflerini kabul etmenin yanında Türk dilinin arındırılması ve zenginleştirilmesini büyük bir toplumsal görev sayan;
Türk Ulusunun tarihini, çağdaş insan kökenine bağlayan;
"Yurtta barış, Dünyada barış" ilkesi ile devlet yaşamında ve uluslararası ilişkilerde kaba kuvveti, ırkçılığı, saldırı savaşını mahkûm eden;
Dış politikada "Dünya uluslar ailesinin eşit haklara sahip onurlu bir üyesi olma" ölçütünü ve "karşılıklılık kuralını" vazgeçilmez ilke yapan;
Bütün ulusların insanlık ailesinin bir parçası olduğunu vurgulayarak, insanlığın bütünleşmesi düşüncesinin tohumlarını atan Çağdaş Devlet Kurucusudur.
Bu durum karşısında Atatürk devrim ve ilkelerinin, toplumsal sorunlarımızın çözümlenmesinde ışık tutucu niteliğe ve yaratıcı güce sahip olduğuna inananlar, "Atatürkçü Düşünce Derneği"ni kurarak, O'nun devrim ve ilkelerinin gelecekte de egemen olmasına katkıda bulunma ve onlara bekçilik yapma zorunluluğunu duymuşlardır.”
Prof. Muammer Aksoy ve arkadaşları Atatürkçü Düşünce’nin toplumca anlaşılıp yaygınlaşmasında bu zorunlu adımı attıklarında Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 12 Eylül Askeri Darbesi’nin etkilerinden hâlâ çıkabilmiş değildi. Sindirilmiş bir toplum, baskı altında tutulan hak ve özgürlükler, siyasi yasaklar ülkeyi etkisi altında tutuyordu.
Kurduğu derneğin henüz yıldönümünü görmeden hayattan koparılıp alınacağını elbette bilemezdi. Ama öyle mi ya, Atatürk Devrim ve İlkelerinin yılmaz savunuculuğunu yapmak, o dönem sadece irticai faaliyet olarak anılan oysa şimdi bizzat çukurunda yaşadığımız ortamı yaratanlarla mücadele etmek, emperyalist darbenin sonrasında ülkeyi biçimlendirmek isteyen karanlık güçlerin önünde durmak öyle cesaret isterdi.
Buradan anlaşılıyor ki, gericiler karanlık güçlerin de perdelemesiyle ülkenin ilerici, yenilikçi, cumhuriyetçi, yurtsever-vatansever evlatlarını ortadan kaldırmak için hep aynı senaryoyu uygulayacaklardı.
***
2023 genel seçimleri sonrası SELANİK PLATFORMU olarak ADD Genel Merkezi’ne yaptığımız ziyarette şimdiki Genel Başkan Sayın Hüsnü Bozkurt’la görüşmüş karşılıklı fikir alışverişinde bulunmuştuk. Bu fikir alışverişi kendisi hakkında da fikirler edinmemizi sağlamıştı. Karşımızda duran insan konuştukça adeta bir abide belirdi. Kemalizm’in Yılmaz Savunucusu, Atatürkçü Düşüncenin Yıkılmaz Kalesi olarak karşımızda duruyordu, Hüsnü Bozkurt. Üstelik yıllarca halkına hizmet veren bir hekim olarak ülkenin en muhafazakâr ilinde milletini vekil olarak temsil etme hakkını da vermişti halkı kendisine.
Düşünce yazıları demiştim... Atatürkçü Düşünce’ye geldik... Ve o düşünceyi temsil edebilme niteliğini gösterebilecek liyakatte olan bir adayı işaret etmeye... Kendisiyle tanışmaktan onur duyduğum Hüsnü Bozkurt ve Kırmızı Listesi bu liyakate sahiptir, bu fikrimi siz sevgili okurlarımla paylaşmaktan mutluluk duyarım