Tüm okurlarımızı sevgi ve saygıyla selamlıyoruz. Bu yazımızda son birkaç yılda sayılarının yükselişini büyük bir üzüntü ve acıyla izlediğimiz kadın cinayetlerini, konuya ilişkin kanunlarımızı, alınabilecek tedbirleri, yaptırımları konuşmamız, hatta her zamandakinden daha yüksek sesle herkese anlatmamız gerektiğini düşünüyoruz.
Özellikle sosyal medyanın gücünü bir kez daha hissettiğimiz kadın cinayetlerinden biri olan P.G. cinayetinde tüm vatandaşlar olarak şapkamızı önümüze koyup “evli adamla ne işi varmış, bağ evinde ne işi varmış, şuh kahkahalar atarmış” gibi garip söylemlerle vicdanımızın çatırdayışını duyduk. Biliyoruz ki sevgili kadınlarımız, kızlarımız yani varlığımızın sebepleri KIYMETLİ HANIMEFENDİLER daha önce hiçbir sebep olmadığı halde yolda sözlü tacize uğramış, bedenleri ufak parçalara bölünüp çöp bidonlarına atılmış, otobüste son durağa yaklaşırken tek kalıp tedirgin hissedince inmesi gereken duraktan önce araçtan inmiş, çocuklarının gözlerinin önünde boğazları kesilmiş, iki gün üst üste aynı yemeği sofraya koyduğu için dövülmüş, sırf bir canavarın canı suç işlemek istedi diye onun kurbanı olmuş nice bu acımasız garip zihniyetin kurbanı insanlarımız. Tüm bu acı olayların yanında bugün Sevgili Pınar’ın kıyafetine, yaşam şekline, gülüşüne, bakışına dil uzatmaya kalkılmamış gibi, sanki tüm bunlar öldürülmesini haklı çıkarırmış gibi, sanki evli olduğu halde genç bir kızla ısrarla görüşmek isteyip de reddedildiğinde “sevdiği kadını” öldürmesi onun ahlaksızlığı değilmiş gibi katilleri fazla konuşamıyoruz. Hatta suçunu itiraf etti, çok pişman belli ki deyip akladık onu, yitip gitmiş bir kadını suçlamak daha kolay geldi belki de. Ve gerek görsel gerek yazılı medyanın kabahati de büyük, mağdurun adını, fotoğrafını hiç tedirgin olmadan paylaşırken, manşete “namus cinayeti”, “evli sevgilisiyle görüşmeye giden bilmem kim” diye büyük harflerle yazarken, mağdurun ailesi sevdikleri hiç düşünülmeden fotoğraflarını paylaşan medyanın artık şapkayı önüne koyması lazım.
6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun, T.C. Anayasası ile Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler, özellikle Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi (İstanbul Sözleşmesi)’ni kendine dayanak alarak, şiddet eylemine karşı bazı koruyucu tedbirler ve önleyici yaptırımlar öngörmektedir. Şiddet mağduruna durumun hal ve şartlarına göre, uygun barınma sağlanması, geçici maddi yardım yapılması, rehberlik ve danışmanlık hizmeti verilmesi, geçici koruma altına alınması, işyerinin değiştirilmesi, kişinin evli olduğu kişi ile müşterek evlerinden farklı yerleşim yeri belirlenmesi, şartları sağladığı takdirde mevzuata uygun bir şekilde kimlik ve ilgili diğer bilgi ve belgelerinin değiştirilmesi gibi imkanlar vermektedir. Şiddet uygulayan hakkında ise; müşterek konuttan veya bulunduğu yerden derhâl uzaklaştırılması ve müşterek konutun korunan kişiye tahsis edilmesi, korunan kişilere, bu kişilerin bulundukları konuta, okula ve işyerine yaklaşmaması, çocuklarla ilgili daha önce verilmiş bir kişisel ilişki kurma kararı varsa, kişisel ilişkinin refakatçi eşliğinde yapılması, kişisel ilişkinin sınırlanması ya da tümüyle kaldırılması, gerekli görülmesi hâlinde korunan kişinin, şiddete uğramamış olsa bile yakınlarına, tanıklarına ve kişisel ilişki kurulmasına ilişkin hâller saklı kalmak üzere çocuklarına yaklaşmaması, korunan kişinin şahsi eşyalarına ve ev eşyalarına zarar vermemesi, korunan kişiyi iletişim araçlarıyla veya sair surette rahatsız etmemesi, bulundurulması veya taşınmasına kanunen izin verilen silahları kolluğa teslim etmesi, silah taşıması zorunlu olan bir kamu görevi ifa etse bile bu görevi nedeniyle zimmetinde bulunan silahı kurumuna teslim etmesi, korunan kişilerin bulundukları yerlerde alkol ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmaması ya da bu maddelerin etkisinde iken korunan kişilere ve bunların bulundukları yerlere yaklaşmaması, bağımlılığının olması hâlinde, hastaneye yatmak dâhil, muayene ve tedavisinin sağlanması, bir sağlık kuruluşuna muayene veya tedavi için başvurması ve tedavisinin sağlanması gibi önleyici tedbir kararları verilebilmektedir. Hatta hakkında tedbir kararı verilen şiddet uygulayan, bu kararın gereklerine aykırı hareket etmesi hâlinde, fiili bir suç oluştursa bile ihlal edilen tedbirin niteliğine ve aykırılığın ağırlığına göre hâkim kararıyla üç günden on güne kadar zorlama hapsine tabi tutulur ve bu süre her tekrarda artırılır. Madde metninden de açıkça anlaşılacağı gibi kişi şiddete uğradıktan sonra değil, şiddete uğramadan önce yani şiddet emareleri görüldüğü andan itibaren korunma başlamaktadır. Kaldı ki şiddet eylemi gerçekleştiğinde zaten bir suç işlenmekte ve bu olay bu aşamadan sonra yargının işi haline gelmektedir. Ancak gerek İstanbul Sözleşmesi’nin gerekse 6284 sayılı kanunun amacı suça konu fiili gerçekleşmeden, bir mağdur oluşmadan suçu önleyebilmektedir ve önemli olan da budur.
6284 s. Kanun’un m.1/f.2 (b) bendinde, “Şiddet mağdurlarına verilecek destek ve hizmetlerin sunulmasında temel insan haklarına dayalı, kadın erkek eşitliğine duyarlı, sosyal devlet ilkesine uygun, adil, etkili ve süratli bir usul izlenir.” denilmektedir. Aynı kanunun 7.maddesinde şiddet veya şiddet uygulanma tehlikesinin varlığı hâlinde herkes bu durumu resmi makam veya mercilere ihbar edebilir. İhbarı alan kamu görevlileri bu Kanun kapsamındaki görevlerini gecikmeksizin yerine getirmek ve uygulanması gereken diğer tedbirlere ilişkin olarak yetkilileri haberdar etmekle yükümlüdür. Burada önemli olan Kolluk Gücünün aksiyonunun hızlı ve yeterli olmasıdır. Ki kadını koruyucu ve şiddeti önleyici tedbirin ilk ve en önemli kısmı ihbar/şikâyet aşamasıdır. Çünkü bilindiği üzere her ne kadar son yıllarda kadına şiddetin eskiye oranla daha çok konuşulması sevindirici sayılsa da aynı zamanda bu sayıların ve oranların oldukça yükseldiğinin de bir göstergesidir ve bu, bir şekilde şiddet mağduru olmuş kişiler için oldukça tedirgin edicidir. Her ne kadar istatistikler sayıların her geçen gün arttığını göstermekteyse de, karanlık rakamların olduğu, hiçbir şekilde adli makamlara intikal etmeden bir evin bir odasında şiddet görüp korkusundan susmak zorunda kalan birçok kadın, çocuk veya korunmaya muhtaç kişiler olduğu unutulmamalıdır. Aslında gözler önünde olan rakamlar sandığımızdan çok daha fazladır.
İstanbul Sözleşmesi, kadına karşı ve ev içi şiddet konularında temel standartları ve devletin bu konudaki yükümlülüklerini düzenleyen bir uluslararası insan hakları sözleşmesidir. Uluslararası sözleşmeler, sözleşmeyi imzalayan taraf devletlerce kanun hükmünde kabul edilir, dolayısıyla sözleşmeye aykırı hareket etmek hem insan haklarını hem de kanunu ihlal etmektir. Sözleşmenin dört temel ilkesi; kadına yönelik her türlü şiddetin ve ev içi şiddetin önlenmesi, şiddet mağdurlarının korunması, suçların kovuşturulması, suçluların cezalandırılması ve kadına karşı şiddet ile mücadele alanında bütüncül, eş güdümlü ve etkili işbirliği içeren politikaların hayata geçirilmesidir. Görüldüğü gibi ilk imzalayan devlet olduğumuz bu uluslararası sözleşme, kadına karşı şiddeti sadece hukuki açıdan değil, aynı zamanda sosyolojik ve toplumsal açıdan da ele almaktadır. Anlaşıldığı üzere şiddet vakaları adli vaka olmalarının yanında toplumsal yaralarımızı da göstermektedir.
Şiddetin kadına yahut bir başkasına, kime karşı yapıldığı fark etmeksizin, her türlüsü bir insan hakları ihlalidir. Bu sözleşmeye göre; böyle bir ihlal gerçekleşirse ve şayet devlet bunu önlemekte yetersiz kalırsa, bu sözleşmeye göre devlet bu ihlalden sorumludur. Kadına yahut toplumsal açıdan daha zayıf olan kimseye karşı şiddet önlenemiyor, bu kişi şiddetten korunamıyor, şiddet uygulayan kişi cezalandırılamıyorsa bu durumdan devlet sorumlu olacaktır.
Kadına karşı şiddetin yapısal özelliğinin toplumsal cinsiyete dayandığını ve kadına karşı şiddetin, kadınların erkeklere nazaran daha ast bir konuma zorlandıkları; kadınların taciz amaçlı takip, zorla evlendirme, fiziksel şiddet, psikolojik şiddet, cinsel şiddet, cinsel taciz, kürtaj, kısırlaştırma, ırza geçme, sözde “namus” adına işlenen suçlara ve kadın sünneti gibi ciddi şiddet türlerine sıklıkla maruz kaldığı; televizyon programlarında, şarkı sözlerinde,basında, sosyal medyada şiddeti romantize ederek kadına karşı şiddetin meşrulaştırıldığı bir toplumda kadınlardan şiddeti öngörmesi, şiddete meyilli bireyleri teşhis etmesi adeta şiddet dedektörü olması beklenemez. Kadına şiddetin sorumluluğu kadına yüklenemez. Toplumun her bir üyesinin ve özellikle erkek bireylerin şiddete yol açan davranışlarının kökten değiştirilmesi için alınacak tüm aksiyonlar bu sözleşmeyle birlikte tamamen devletin görevi ve sorumluluğundadır.
Herhangi bir toplumun, kadınlar ve erkekler için uygun olduğunu düşündüğü sosyal anlamda oluşturulmuş roller, davranışlar, faaliyetler ve özellikler “Toplumsal Cinsiyet” olarak adlandırılmaktadır. Bazı araştırmalara göre söz konusu bu toplumsal rollerin ve davranışların bir kadına karşı, kadın olduğu için yöneltilen veya kadınları orantısız bir biçimde etkileyen şiddeti kabul edilebilir olarak algılanmasına sebep olmaktadır. İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı Kanun adından da anlaşılacağı gibi, yalnızca kadını değil, erkeği ve toplumun en küçük temel taşı olan aileyi de koruyan ve dolayısıyla tüm toplumu da koruyacak olan en önemli dayanağımızdır. Kadının korunmadığı bir ülkede geleceğin ta kendisi olan tüm çocuklar korunmasızdır.
Sevgili Meslektaşım Avukat Büşra KARASABAN’ a değerli katkılarından dolayı teşekkürle son söz olarak;
İstanbul Sözleşmesi uygulanmalıdır. Kadın, çocuk, yaşlı, erkek fark etmeksizin; # Istanbul Sozlesmesi Yaşatir #6284’uUygula.
Av. Arb. Cengiz AYÖZEN